Pedal Pedal Hayallere…

Share

Siz hiç her şeyi bırakıp gitmek istediniz mi!

İş, karmaşa, koşturma ve verilip belki de trafik dolayısıyla tutulamayan sözler, kaos ve belki de gürültüden duyamadığımız iç sesimiz… Özellikle de büyük bir şehirde yaşıyorsanız içinde bulunacağınız kaçınılmaz tablo bu.

Farkındaysanız son yıllarda gezen insana daha çok ilgi duyar olduk. Neden? Hiç düşündünüz mü? Yanıtı çok açık aslında. Alışkanlıklarımız ayaklarımızı çiviliyor ve hapsediyor bizi. Risk alabiliyor muyuz? Alıyorsak ne boyutta yapabiliyoruz bunu? Aslında şunun farkına ve ayrımına varmak lazım belki de; iş, ev, araba vs. hepsi yerine konabilir ama yaş, zaman, sağlık ve hevesler yerine konulamayacak şeyler. Kıymetli olan o an. O an’ı kıymetlendirmek.

Zincirlerini elinin tersiyle iten biriyle Hasan Söylemez ile konuştum. O, 8 ay boyunca Türkiye’nin 4 bir tarafını pedallayarak gezdi. Üstelik çoğumuzun bahanesi paradır ya! O cebinde 5 kuruşu olmadan yaptı bunu. Duyar inanmayız böyle yaşanmışlıklara. Ama birazdan okuyacaksınız nasıl olduğunu, başarılabildiğini. Çünkü en basitiyle baktığımızda doğa bize her şeyi veriyor zaten. Ama eğer dünyaya da birbirimize davrandığımız gibi davranmaya devam edersek hiçbir şey vermeyecek o da… Döndükten sonra bir de kitap çıkardı ‘Hayata Yolculuk’ diye. Şimdiden çok satanlar listesindeki yerini sağlama almış vaziyette. Aklıma gelen her şeyi tüm detaylarıyla sordum. Özellikle böyle bir seyahate çıkacak olanlar ve ruhu gezgin olan, gezmeyi yaşam şekline getirenler göz atın derim muhabbetimize. Aç kaldı mı? Keşke başlamasaydım dedi mi? Başından iyi kötü neler geçti? Hadi başlayalım sohbete…

Şehir büyüdükçe insanların duyguları körelmeye başlıyor

Büşra Sanay: Neden yola çıktın? Gitme isteği hep var mıydı?

Hasan Söylemez: Hepimizin içinde zaman zaman her şeyi bırakıp gitme isteği depreşiyor. Ve bu istek depreştiği zaman bir gün mutlaka diyip erteliyoruz cesaret edemiyoruz. Çünkü cesaret etmeye kalkıştığımız esnada bir anda aklımıza sevdiklerimiz arkadaş bırakacaklarımız geliyor. Bütün her şey ön plana çıkınca bu durumda tekrar bir gün mutlaka diyip o isteği tekrar yüreğinin en kuytu köşesinde saklıyorsun. Ben de yıllarca hep bir gün mutlaka dedim. Aslında bir gün mutlaka biraz da umuttur. Dayanma gücüdür. İnsana umut veriyor bu bir gün mutlaka. Bende cinnet geçirdim. Çünkü insanlar cinnet geçirdiklerinde kendilerine çevresine ya da başkasına zarar veriyorlar. Benim cinnet anımda kimseye zarar vermeyecek tamamen kendime dönüş yapabileceğim bir yolculuğa çıkmama sebep oldu. O şekilde yola çıktım. Yani ben, şehir hayatından sıkıldım bu yapaylıktan sıkıldım, insanlarda artık duygular kalmamıştı. Hakikaten şehirlerde yaşayan insanların duyguları şehir büyüdükçe körelmeye başlıyor. Bu duygular körelince de artık mekanikleşmeye başlıyoruz. Sabah erkenden kalkıp işe gidiyoruz gece geç saatlerde işten dönüyoruz o yorgun argın halimizle sevdiklerimizle sahici bir konuşma yapmaya fırsat bile bulamıyoruz. Bütün bu yapaylıklardan sıkılmıştım. Gazetede çalışıyoruz sürekli ajanslardan haberler akıyor. Şiddet, tecavüz, cinayet. İnsanın yüzünü gülümsetecek haber bulamıyorduk. O yüzden ben de yollara çıkıp hakikaten insanın en saf en doğal haline dokunmak için, kendi ruhuma dokunmak için, tabiatın ruhuna dokunmak için yolculuk yapmak istedim.

Bisiklet dünyanın en günahsız aracı

– Neden bisiklet?

Bisikleti aslında bir araç olarak görüyordum ki benim hayatımda bisikletim bile olmadı. Sahip olduğum bisikletle üç hafta sonra Türkiye’yi dolaşmaya çıktım. Çocukluğumda da hiç bisikletim olmamıştı. Bisikletle çıkmaya karar verdim çünkü biraz daha hızlı gidebilecektim. Hızlı değil aslında bisiklet hızı tamamen yavaşlatıyor zamanı yavaşlatıyor. Zamanı yavaşlattığı için zamanı hayatı daha iyi yaşayabiliyorsun. Bir de bisiklet dünyanın en çevreci en günahsız en masum aracıdır. Bisikleti tanımıyordum, yolculuk esnasında kendimle birlikte tanımaya başladım. En iyi yol arkadaşım oldu. Hatta ismi de Kurtik’ti. Kurtik bizim Muş’ta yüksek bir dağ. 2500 rakımlı bir dağ. Çocukluğum o dağın eteklerinde geçmişti. En masum anılarımı hatırlıyorum o dağın eteklerinde. Bisikletime bu ismi vermemin sebebi de o masumiyetten kaynaklanıyor.

– Kaç kiloyla bu yolculuğu yaptın?

Yola çıktığımda kendim 83 kiloydum. Bisikletin üzerindeki eşyalar ve bisiklet 35 kilo. Yaklaşık 118 kiloluk bir ağırlıkla yola çıktım. İstanbul’a döndüğüm zaman 75 kiloydum.

Manevi yükleri boşalta boşalta gittim

– Peki o ağırlıklar yolculuk esnasında azaldı mı?

Aslında yüküm büyük oranda azaldı. Manevi yüküm azaldı. Yani sırtımda taşımış olduğum gereksiz yükleri ben yolda boşalta boşalta gitmiştim. O yüzden istanbul’a geldiğimde kendimi kuş gibi hafif hissettim. Yani benim için o maddi ağırlıklar o kadar da önemli değildi.

– Yola nereden çıktın? Kaç il dolaştın?

İstanbul’dan çıktım Karadeniz, Doğu, Güneydoğu Akdeniz, Ege, Trakya tekrar İstanbul. Türkiye haritası çizdim.Yaklaşık 40 il yüzlerce ilçe ve yüzlerce köye gittim.

2 kez araba çarptı, ikisi de arkalarına bakmadan gitti

– Neler yaşadın 8 ay boyunca?

Başımdan kötü şeyler geçti ama çoğunlukla iyi şeyler geçti. Kötü şeylerden bir tanesini anlatırsam eğer insanlar bisiklet binen insanlara saygılı değiller. Maalesef ülkemizde bisiklet kültürü yaygın olmadığı için bisikletle giden insanlara çokta iyi davranmıyorlar, özellikle araçlar. Mesela Bartın-Zonguldak arasında rampayı tırmanıyorum ve nefes nefeseyim bir anda arkadan biri bir şaplak attı yere 2 metre uzandım. Düşünsene yoldan geçen bir araç yanıma yaklaşıyor camı indiriyor kafasını gövdesini camdan çıkarıyor ve bana şaplağı atıyor. İnsanlar bu anlamda gerçekten çok vicdansız. İki defa araba çarptı bana iki defa ölümden döndüm ve buna rağmen yolcuğa ara vermedim. Beni en çok üzen şey; bana çarpan bu arabaların bir daha arkalarına dönüp bakmamalarıydı.

– Şehirdeki insanın her şeyi var ama mutluluğu yok

İnsanlar nasıl bu kadar vicdansız olabilir onu da gördüm, nasıl bu kadar melek olabilir onu da gördüm.Herkesin kalbi temizdir. İçine kötülüğü kendimiz koyuyoruz. İnsanlarla iletişim dilimiz duygular üzerinden oluyor. Bakın şehir insanına. Şehirde kimse mutlu değil. Adamların evi arabası var. Her türlü lüksü yaşayabiliyorlar ama mutsuzlar. Neden? Çünkü duygu yok bu insanlarda. Duygularını yitirdiler. Şehir hayatı duygularımızın körelmesine neden oluyor. İnsanlar biraz şehirden çıkıp kırsal yerlere giderlerse köylerdeki insanlarla biraz iletişim kurabilirlerse, onların hayatına biraz dokunabilirlerse, doğanın, tabiatın ruhuna dokunurlarsa kendi ruhlarına dokunmuş olurlar.

– Çok köy şehir dolaştın. Peki o insanlar buralara nasıl bakıyorlar, ne düşünüyorlar büyük şehirlerle ilgili? İlgilerini çekiyor mu?

Büyük şehirden korkuyorlar. Büyük şehre gelip kaybolmaktan korkuyorlar. Genelde insanlar büyük şehirlere geldiklerinde geleneklerini kaybediyorlar. Yavaş yavaş yok oluyorlar. Ne yazık ki bunun farkına vardıklarında iş işten geçmiş oluyor. Çünkü tamamen artık kopmuş oluyorlar.

– Pek çok gezgin var öyle 5 kuruşsuz yola çıkan. Gerçekten parasız mı ve parasız bu kadar seyahat edilebiliyor mu? En basiti, susadın bakkala girdin suyu nasıl istiyorsun?

Bakkala gerek yok ki. Yollarda çeşmeler var. En basiti insanların yerleşim yerinin olmadığı yerlerde dereler var. Derelerden sularını içebiliyorsun. Şu an derelerimizi kuruttular. Derelerimize santraller kuruyorlar.

– Parasız yola çıkmak seni korkutmadı mı? Şu kadar da yanımda kalsın ne olur ne olmaz başıma bir şey gelir kullanırım demedin mi?

Paraya neden ihtiyacım olsundu ki? Bir tek karnımı doyurmaya ihtiyacım vardı. Onun dışında hiçbir şeye ihtiyacım yoktu ki. Onun için de genelde yolda karşılaştığım insanlardan yardım istiyordum. Karnım aç diyordum. Bana yemek verirseniz onun karşılığında size iş yaparım diyordum.

– Ne işler yaptın?

Bulaşık yıkadım, tarlada çapa yaptım, garsonluk yaptım, insanlarla birlikte onların özellikle köylerde köy işlerinde yardımcı oldum. Bu tarz işler yaptım ama zaten genelde insanlarımız çalıştırmadılar beni. Çünkü Anadolu insanı misafirperverdir. Herkesi misafir olarak görüyorlar. Gelip geçici olan kişilere misafir gözüyle baktıkları için çalıştırmıyorlar. Ben de bunu istemiyordum aslında. Onların içine daha rahat karışabilmem için onlara her anlamda muhtaç olmam gerektiğini biliyordum ve bu yüzden parasız yola çıktım. Onlar çalışmamı istemeyince aramızda öyle sıcak bir muhabbet oluyordu ki bir anda onların evladı, kardeşi oluyordum. Onlar da beni aileden biri olarak gördükleri için bu defa işlerine yardım ettiğim zaman onların da hoşuna gidiyordu.

Azla yetinince mutluluk geliyor

– En misafirperver yer neresiydi?

Şunu söyleyeyim, şehir nüfusunun az olduğu yerlerde, turizmin az olduğu yerlerde insani duygular daha ön plana çıkıyor. Oysa kırsal kesimlerde insanlar insana insan oldukları için davranıyorlar. Karşılık çıkar vs. yok. Daha huzurlu daha mutlular. Azla yetinmeyi biliyorlar. Modern hayatta çok şeyiniz var ama mutluluk getirmiyor. En basit düzlemde azla yetindiğimiz zaman mutluluk geliyor.

– O tekerlekler 118 kilo taşıyarak döndü. Yola çıkmadan önce her hangi bir hazırlığın oldu mu? Tamam kafa olarak seyahate çoktan hazırdın ve çıkmıştın yola ama spor yapıp vücudunu da bu seyahate hazırladın mı?

İki haftalık bir antrenman yaptım. Bir bisikletçide çalıştım. Bisikletin nasıl tamir edilebileceğini öğrendim. Bütün teknik olarak neler yapmam gerektiğini bana öğrettiler. O sırada da antrenmanda yapıyordum. Her şeyi bisikletçi de öğrenmiştim. Yolda başımın çaresine bakabildim (Gülüyor…)

– Rotanı nasıl çizdin?

Rotayı kafadan çizdim. Yanımda harita vardı ama pek ihtiyaç duymadım. Çünkü yolda gördüğüm insanlara gideceğim yeri soruyordum mesela 20 km sonra ne var diye soruyordum.

Güneş her gün farklı yerde doğup batıyordu benim için

– Nereye gideceğini bilmeden gittin yani?

Nerede akşam olacağını bilmeden gittim nerede sabah olacağını bilmeden gittim. Nerede ne yiyip içeceğim ve kimin yanında kalacağım neler yaşayacağımı bilmiyordum. Tamamen bilinmeze doğru yolculuk yapıyordum. Yani güneş her gün farklı yerden doğuyor farklı yerden batıyor. İçtiğim suyun tadı bile her gün her yerde farklı. Benim amacım da zaten plansız programsız bir yolculuk yapmaktı. Bilinmezliklere doğru gitmek istedim. İnsanlar korkuyorlar. Neden? Sistem bizi öyle bir çemberin içine almış ki o çemberin dışına adım atmaktan korkuyoruz. Eğer o çemberin dışına adım atarsak devrim bile yapabiliriz.

– Korkmadın mı yola çıkarken?

Hayır. İnsanların gözünü bu şekilde korkutmamak gerek. Korku, yapamamaktır, olduğun yerde kalmaktır. Her an başıma kötü şeyler gelecek korkusuyla zihnimi meşgul etseydim, bu yolculuğa başlayamazdım. Çünkü korkularla dolu bir kafada hayallere yer yoktur. Her yerde başımıza her şey gelebilir ama özellikle büyük şehirlerde bununla karşılaşma ihtimalimiz daha yüksek. Kapının önüne çıktığımız zaman hiçbirimizin hayat garantisi yok.

– Ailenin haberi var mıydı? Genelde anneler hop oturup hop kalkar çocukları özellikle seyahate yalnız giderse…

Babama söylemiştim. Boş işlerle uğraşma işinin başına dön demişti. Anneme beyaz yalanlar söyledik. İşimden istifa etmediğimi, yanımda arkadaşlarım olduğunu, cebimde para olduğunu, arkadan da bir ambulansın takip ettiğini söyledik. Annem bu beyaz yalanımıza inandı. Yolculuğumuzun ortalarına doğru gerçeği öğrendi ama ilk duyduğuna inanmayı tercih etmişti. Çünkü kendini o şekilde avutuyordu.

– Rota belli değildi kafana göre gittin gitmesine ama mevsimler bisikletli gezginin yoluna engel olabilirdi. Bunu nasıl planladın? Misal kar yağarsa eyvah!

Karda kullanılabiliniyor bisiklet ama yoğun bir kar değil tabi. Yollar temizlendiği için sürülebilir. Aslında o kısmı biraz planlı yaptım. Kışın doğu ve güneydoğunun o kara kışına yakalanmamak için o bölgeyi daha hızlı geçtim. İstanbul’a geldiğimde kar yağıyordu. İstanbul’dan çıktığımda ise kavurucu bir sıcak vardı.

Yolculuk yaparken ağaç dike dike gittim

– Parasız yolculuğunu aslında paraya da çevirdin. Nasıl yaptın bunu?

Yolculuğum boyunca her bölgede fotoğraflar çekiyordum. Bunlardan sergiler düzenledim. Yolculuk esnasında ve Karadeniz bölgesi Çernobil’den sonra çok ciddi derecede kanser vakaları artmaya başladı. Sergiyi açtığımda insanlar fotoğraf almak istedi. E benim de paraya ihtiyacım yoktu. Ne olacak diye düşündüm o halde ne yapayım? Bu bölgenin sorunu kanser dedim ve sergiden elde edilen geliri kanser hastalarına bağışlayayım dedim ve kansere umut vakfına bağışladık. Bir kanser hastasının tedavisi yapıldı bu paralarla. Sonra doğu ve güneydoğu bölgesinin ise en büyük problemi eğitim yetersizliği. Özellikle köylerdeki okullar büyük sıkıntılar yaşıyor. Biz de Gaziantep ve Iğdır’daki fotoğraf sergilerinin gelirlerini Iğdır Karakuyu köyü ilköğretim okuluna bağışladık. Orada okulun ihtiyaçları karşılandı. Akdeniz ve Ege, Antalya ve İzmir’de fotoğraf sergileri açtım. O bölgelerde sorun orman yangınlarıdır biliyorsunuz. Her yıl yüzlerce binlerce hektar ormanlık alan yangınlarda kül oluyor. Ben yolculuk yaparken aynı zamanda ağaç dike dike gidiyordum. O fotoğraf sergilerinin gelirlerini de TEMA’ ya bağışladım. Yüzlerce ağaç dikimi yapıldı oralarda. En önemlisi yolculuk bittikten sonra Van depremi oldu. Depremin ikinci günü oradaydım. Oradaki felaketi faciayı gördüm, bizzat tanıklık ettim. İstanbul’a döndüğümde buradaki insanlara nasıl bir faydam olabilir diye düşündüm. Van’da çok güzel bir Van Kedisi fotoğrafı çekmiştim ve çoğalttım fotoğrafı. İstiklal Caddesi’nde 1.5 ay boyunca fotoğraf sattım. Sonra 4 bin 700 çift kışlık çorap alıp oradaki çocukların ayaklarına giydirdim. Yani bu yolculuk sadece beni iyileştirmedi. Birçok insanı da iyileştirdi.

– Güzel bir anını dinlemek isterim, hafızanda güzel yeri olan unutamayacağın?

Hakkari’den Şırnak’a geçerken yolda yine biriyle karşılaştım. Beni arabasıyla götürmek istedi kabul etmedim. Ne yaptıysa ikna edemedi. O halde bu dağı geçtikten sonra bir köy var o köyün girişinde seni bekliyorum. Gel bu akşam benim misafirim ol dedi. Tamam dedim. Akşama kadar zor tırmandım dağa. İndiğimde hakikaten beni bekliyordu. Aldı beni evine götürdü. Kapının önündeki tavuklardan birini de benim için kesti. Ve tavuk yahnisi yaptı. Müthiş bir şey bu. Hala hatırladıkça o onları yaşıyor gibi hissediyorum. Karşılıksız ve insanlar benimle kendi mutluluklarını paylaştılarBize nasıl davranılmasını istiyorsak doğadaki her şeye öyle davranmalıyız. Ağaca, çiçeğe, insana.

– Bu seyahati kitaplaştırdın. Okuyucu ne bulacak bu kitapta?

İnsanlar yola çıksınlar. Ben gezi kitabı yazmadım ben gezen insanı yazdım. Gezen bir insanın ruh halini yazdım. Bu kitabın içinde duygu var ve herkesin özlem duyduğu duygular. O masum duygular. Ben gezdiğim yerleri tarif etmiyorum. Ben tamamen yolculuk esnasında yaşamış olduğum o ruh halini anlatıyorum. İnsanlarla iletişimi anlatıyorum o müthiş anıları anlatıyorum. Çok komik anılarım da var, beni çok üzen anılarım da var. Edebi bir dille de yazmadım.

– Gönülden istedikten sonra yapamayacağımız hiçbir şey yok

Varmak önemli değil. Eğer bir hayaliniz hedefiniz varsa yapmak istediğiniz ne olursa olsun önce gönülden isteyeceksiniz. Sonra inanacaksınız, yapabileceğinize inanacaksınız. Sonra hiç vakit kaybetmeden adımı atıp yola çıkacaksınız. İnancı olmayan bir insanın cesareti olmaz. Yola çıktıkları zaman hayal ettikleri şeyin ne olduğunu görecekler.

– Çantandaki en kilit şeyler ne?

Düdük, el feneri, ki benim kafa lambası vardı.

– Bisikletle böyle bir seyahate çıkacaklara ne önermeli?

Bisikletin teknik ekipmanlarının mutlaka yanlarında olması gerekiyor. Teker patladığında nasıl tamir etmesi gerektiğini bilmeli. Ben bunları yolculuk öncesi gittim öğrendim ama yolculuk esnasında da pratiğini yaptım. Yollar hakikaten yaşayarak öğreniyorsun.

– Neye karşı dikkatli olmak gerek?

Köpeğe. Köpekler dönen tekerlek görünce çıldırıyorlar. Sebebi de kendi bölgelerini korumak istiyorlar. Zarar vermek amaçlı değil. İçgüdüsel onlarınki. Beni çok kovaladı. Yolculuk esnasında çok fazla sinek ve böcek yuttum. Protein ihtiyacımı o sineklerden karşıladım. (Gülüyor…)

– Aç kaldın mı hiç?
Evet. Bazen iki gün boyunca yemek yemediğim oldu. Yolda yiyebilmem için kumanya verenler de çoktu.

– Kimse beş parasız yapılabileceğine inanmıyor ne dersin?

Köpek demişken Doğubeyazıt’tan Van’a geçerken Ağrı Dağı’nda bir hikayem var. Önceden uyarmışlardı buranın köpekleri çok tehlikeli dikkatli ol diye. Rampa çıkıyorum bir yandan da düşünüyorum acaba şuan karşıma köpek çıksa ne yaparım diye. Tüm bunları düşünürken karşıdan bir köpek havlayarak geldi. Ne kadar plan yaparsan yap olmuyor. O an bisikleti attım ve ben de bağırarak köpeğe doğru koşmaya başladım. Ben havlıyorum köpeğe doğru, köpek havlıyor bana doğru. Köpek irkildi kim kimi ısıracak diye. O durdu ben de durdum, o hırladı ben de hırladım. Korkuyorum ve korktuğum için bunu yaptım. İlk Çağ’da büyük bir yara almış bir yaratık gibi bağırıyordum. Düşünüyorum da nasıl öyle bağırmışım. Sonra köpek durdu ben gittim bisikletimi aldım köpek baktı ben baktım ve sonra yoluma devam ettim.(Gülüyor…)

İnsanlar kafalarında para duvarı örüyorlar. Hayalleri o para duvarına çarpıyor. Amacım insanların kafalarında ördüğü o para duvarını yıkmak. Yıktım mı? Evet yıktım ben. Beş parasız bu kadar şeyi yapabildiysem herkes yapar. Para ikinci, üçüncü planda. Yolculukta paraya çok ihtiyaç yok.

Ayağı toprağa basan insanların içinde umut vardır. Zaten umut toprağa yakın insanlardan çıkıyor.

Okuduğunuz gibi Hasan’ın çok güzel anıları var hafızasından hiç gitmeyecek. Duvarları yok. Kullanmadığı kanatları yok. Kullandığı kanatları var. Ne mutlu o’na. Unutmayalım yola çıkmak önemli olan, varmak değil…

You may also like...