Hüzünbaz Sevişmeler

Share

“Ustalaşmak,
bir kedinin kendi doğasına yabancılaşarak
yavrularını yemesi gibidir.
Oysa sanat;
aklı, olguları ve şeyleri yüklerinden kurtarmaktır.”

Korkulu Ustalık | Turgut Uyar

Hakkâri’de doğdu, liseyi Ankara’da bitirdi, okumak için geldiği İTÜ inşaat fakültesi o yıllarda hala inşaattı.

‘Olacak O Kadar’ yazar kadrosunda başladığı serüven bugünlere kadar uzandı.

Ama konumuz Yılmaz Erdoğan’ın kendisi değil, samimiyet.

“Allah’ın Kürdü Türkçeyi bizden daha iyi kullanıyor” aşağılamalarıyla başlayan bir süreçten onca filme, oyuna, kitaba uzanan yaratım mekanizmaları elbette beraberinde popülariteyi de getirdi. Münakaşalara, eleştirilere, hayran kitlelerine maruz kaldı.

Kişisel olarak ise; henüz sosyal medyanın olmadığı zamanlarda ( yani sevdiğimiz cümleleri ekrana değil, sıralara kazıdığımız yıllarda) Yılmaz Erdoğan kitapları ile tanışmış biri olarak  –en klişe tabirle- ‘amatör ruh’ kavramına biraz hassasiyet gösteriyorum.

(1995 yılında hayatımıza giren ‘bir demet tiyatro’nun sıcaklığını herkes hatırlar. 2006’da tekrar izleyicinin karşısına çıkan ‘bir demet tiyatro’ ise sadece matematikti. Ustalaşmak, uzmanlaşmak galiba biraz içtenliği baskılayan bir şey.)

“Aklı hin, yüreği hüzünbaz bir yazardan imgelizce öyküler”

Biraz da bu yüzden size Yılmaz Erdoğan’ın ‘yılmaz’ olduğu zamanlardan kalma bir kitaptan bahsedeceğim: “Hüzünbaz Sevişmeler”

İlk baskısı 1993 yılında yapılan kitabın içindeki 12 öykü ve 2 skeç ağırlıklı olarak 1989 ve 1990 yıllarda kaleme alınmış. Yani yılmaz, henüz 21–22 yaşlarındayken. Aşka, kadere, arkadaşlığa, sarhoşluğa, erotizme, ayrımcılığa ve yoksunluğa bambaşka açılardan bakan, hoplamalı – zıplamalı haylaz bir dille cümlelere takla attırılarak yazılmış dolu dolu bir kitap.

En önemlisi: samimi.

Turgut Uyar “efendimiz acemilik” diyor.

Siz de kıyas yapmak isterseniz buyurun birkaç alıntı;

* Aşkımız, iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı. Gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi.

(Keşke)

* Hüznün şiire en yakıştığı ve ölümün en yüreklice selamlandığı zamandı. Bir alkol spazmını kokluyordu martılar. Her suçu üstlenebilir, her şeyi anlatabilirdi şiir. Utanmasaydı…

(Köprüaltı, Ve’ler, Vesaire’ler)

* — Şiire inanır mısınız, diye sordu Adam.

— Şair misiniz, diye sordu Kadın.

Kadife pantolon giymişsiniz, ne güzel. Kalçalarınız federe, memeleriniz ufacık. O’nun da öyleydi. Ama hiç kadife pantolon giymezdi. Gri, yırtmaçlı bir eteği vardı, çok sık giydiği. Saçları kısaydı. Kısa saçlarına gri etek yakışırdı. Gri etek giydiğinde, saçları yırtmaçlı bir kısalığa bürünürdü. Bilirdi uzun gömlek sevdiğimi ve yaprak dolması. Asıl işimiz bilmek değil. Kısa saçları, gri yırtmaçlı eteği ve uzun gömleğiyle severdi beni bilmeden.

  • Okumak isterdim şiirlerinizi, dedi Kadın.

 (Hüzünbaz Sevişmeler)

* Hiç düşündün mü belki’yi? Belki eline en yakışan takı benim elim. Belki de en belli olacak yalan benim söylediğim. Belki sen ve belki ben…

(Belki de..)

* İki lafı bir araya getirmişti ancak bu iki laf, kendilerine uygun bir anlam edinememişlerdi. Oysa çok şey istemiyorlardı. Söyle ilk okunduğunda, şaşırtmasa düşündürmese bile, yine de bir şey demek olan, eli ayağı çok düzgün olmasa da, bakıldığında el ve ayak olduğu anlaşılan bir anlamdı aradıkları. Bir tek onlar değildi ki, aradığını bulamayan. Bizzat ben, bendeniz, saçımı sakalımı rulo yapmış sessizliğimle anlam beklediğim, mantık pususuna yattığım günleri hangi anlamsızlık bana unutturabilir.

(Gizli Özne)

* Gözlerime bakmaya alışık olduğu halde, bakmamayı marifet sanıyordu. Ben O’na bakmayı en yüce erdem… Seviyor muyum hala? Yoksa duyduklarım yalnızca bir alt yazılı film erotizmi mi? Bazı geceler – dünyayı kendime itiraf edebildiğim geceler – O’nu düşünürüm. O’nu okşamanın doymaya az kalmış tadın da yeşillenirdi her şey. Seni seviyorum ulan, diyebilecek kadar delikanlı zamanlardı bunlar. Dokunmakla, dokunumlara alışmak arasında bir seste kalmak isterdim. Aynı çocukluktan start alıp…

(Gördüm, Gülümsedi Gül)

* Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan bir beyaz tutsaklık. İnsan kendine iltica edebilir mi?

(Kıran Mahallesi İnsanlarım Gudo, Qopo, Ötekıler, Xem Teyze)

* Düş’e sığar mı ölümün genceciği? Düşler, dereye uçmuş. Ve öyküler vurur mu kendini metropolde.

(Dereye Uçan Öykü)

* Kolumu boynuna dolayıp uzandığım geceler vardı. Kim yapabilir ki? Kim bilebilir ki? Yastığıma ağladım seni. Yastığım tanık. Senin dudakların ömrümün en güzel yastığı. Unutma beni. En sır akşamüstlerinde aklına geleyim. Buna hakkim var. Seni sevdim ben. Yürekliydim. Unutma beni.

(Aklımın Vatandaşı Waripal)

* Kendi tandırında mülteci olabilir mi köz? Oluyorlar. İhanetle komşuluk edilir mi? Ediyorlar.

(Eşkıya Sözü)

* Ve öyle bir zamanın konuğuyuz ki, Âdem’in yediği elmanın kilosu üç bin lira pazarda.

(Ölümsemek)

* Dudağındaki yaradan daha fazla kanıyor yüzündeki utanç. Kim bilebilirdi ki ciğerim, yaşamındaki ilk sevişmenin böyle olacağını? Belki de bu durumda oluşumuza değil, annen aklına geldiği için utanıyorsun. Kaldır basını ciğerim. Biz utanılacak bir şey… Yaptık belki ama bu çağda yasamaktan daha utanç verici değil.

(Kaldır Başını Ciğerim)

Ümit Aydın

Ümit, 1987 yılında Mersin'de doğdu. Çeşitli dergilerde şiirleri ve sanat yazıları yayımlandı. Mersin'de yaşamaya ve yazmaya devam ediyor.

You may also like...