Serinletici Sinema Kulübü: Dare to Be Wild

Share

Başlamak bitirmenin yarısıdır, cesaret hayatın tamamıdır. Serinletici Sinema Kulübü yolculuğumuz 2 yıl önce işte böyle bir anda başladı… Bir hayat amacına ihtiyacımız vardı, bizler de tohum ekmeye karar verdik. O küçücük tohum şimdilerde büyüdü dev bir çam ağacına dönüştü.

Yeşilliğini hiç kaybetmedi. Üzerine yağan karları, eski bir dostmuşçasına kucakladı. Fırtınaları selamladı. Güneşi içine çekti, yağmurlarla serpildi. Dört mevsim boyunca, asaletinden bir iğne yaprak bile kaybetmedi. ‘Hadi biraz cesaret, biraz da hayal et’ dedi durdu kendi kendine…

Bu güzel cümleyi duyanlar ve kalbinde hissedenler için yazıldı tüm hikayeler ve yazılmaya devam edecekler. Haftanın filmi Dare to Be Wild, ‘cesaret edemeyeceğinizi’ söyleyenlere inat ‘hadi biraz cesaret’ diye fısıldayacak sizlere. Sonrasında ise ‘biraz da hayal et’ diye haykıracak!

Şanslı Mary.
İrlanda’nın vadilerinde vahşi bir ot gibi büyümüştü Mary Reynolds. Doğanın ortasında çiçek gibi açıveren bir kız çocuğuydu. Kır çiçeklerinin değerini anlaması için bilge ve yaşlı bir kadına dönüşmesine gerek yoktu. O, tabiatın sihrini erken yaşta keşfeden şanslı bir ‘Mary’ idi ve hikayesi böyle başlamıştı.

Doğanın sihri nereye kayboldu?
Çocukken doğanın tüm güzelliklerini içine çekmişti Mary. Büyürken ise bu güzelliklerin yavaş yavaş eski görkemini yitirdiğini fark etmişti. Doğanın sihri bitmişti. Tıpkı kendi içindeki sihrin de onu terk etmesi gibi… Mary de hayalindeki doğayı, resimlerine aktarmayı seçmişti. Resimlerinde her şey sihirliydi. En ince detayına kadar çizilmiş hayallere, çocukluk anıları rehberlik ediyordu.

Hayatının işi derler ya…
Çizdiği resimler Mary için bir esaslı bir özgeçmiş niteliğindeydi. Ve yeteneği sayesinde tanınmış bir bahçe düzenleme uzmanının yanında işe başlamıştı. Patronu Charlotte ‘Shah’ Heavey, kaprisli ve hırslı biriydi. Mary’deki yeteneği fark etmişti. Hatta onun yeteneklerinin üzerine konabileceğini de fark etmişti.

Uyan Mary, kabus başladı.
Gece gündüz çalışıyordu Mary. İşini aşkla yapıyordu. Hayal gücü ve yeteneği inanılmazdı. Doğayı çok iyi tanıyordu; fakat insan doğasından bihaberdi. Naifliği, kullanıldığını anlamasını imkansız bir hale getirmişti. İşte bu sırada ‘Shah’ Heavey, Mary’yi işten çıkarmaya karar verdi. Hem de çizimlerinin bulunduğu deftere el koyarak…

Doğaya dönmeliydi!
Para ve gücü tercih eden ruhsuz kadınlara inat Mary yoncayı, eğrelti otlarını, söğütleri ve çimleri istiyordu. Doğa aşığı biriydi, sonsuza kadar böyle kalmak niyetindeydi. İş yaşamında yaşadığı hayal kırıklığını tüm benliğinde hissediyordu. Kalbinde fırtınalar kopuyordu, gözlerinden bir nehri taşıracak kadar damla akıyordu. İnsan ve tabiatın bir olduğu bir andı bu. Ve Mary kararını vermişti. Doğaya dönecekti; tek yol buydu.

Biraz inan lazım…
Patronu Shah, Mary’nin çizimlerini ve değerli olan her şeyini çalmıştı. Ona bir paçavra gibi davranmış, kırık kalbiyle ortada bırakmıştı. İnsanlar böyleydi işte. Kendi cinslerine, hayvanlara ve doğaya yaptıkları buydu. Önce onları kullanıyor, daha sonra da işi bitince bir kenara atıveriyordu. Ama ne kadar kötü olurlarsa olsunlar, Mary’nin içindeki inancı söküp atamazlardı.

Olacağına inanırsan olur.
Mary, kendinden vazgeçtiği sırada rüyaları ona doğru yolu gösterdi. Karşılıklı ahenk ile doğanın nasıl çiçek açabileceğini hatırladı. Kendine büyük bir hedef koydu: Chelsea Çiçek Şovu’na katılacaktı. Şimdiden ‘altın madalya için teşekkürler’ diyen bir not bile yazmıştı kendine. Ego patlamasından değil, kendine güveninin ve umudunun geri gelmesindendi.

Para, para para!
Engeller üst üste geliyordu; ama Mary bir kez karar vermişti ve vazgeçmeyecekti. Yarışmaya katılmak için formları doldurup teslim etmeyi başardı. Zorlu bir süreçti ama Mary’nin hayalindeki büyüleyici bahçe, yarışmaya katılmaya değer görülmüştü. Bundan sonra hazırlıklara başlaması gerekiyordu. Ama önce para bulmalıydı. Bahçesine sponsor olması için birini ikna etmeliydi. Ama kimi?

Biraz yardım fena olmazdı aslında.
Taş işçileri ona doğru yolu göstermişti. Bulması gerektiği kişiyi bulmuştu. Ve bu doğa içinde yaşayan kabileyi ikna etmeyi de başarmıştı. İkna edemediği kişi Christy idi. Bu adamla üçüncü kez karşılaşmıştı ve artık bu işte kaderin rolü olduğunu düşünmenin vakti gelmişti. Christy, özgür ruhlu bir botanikçiydi ve Mary’ye yardım edebilecek tek kişi oydu.

Farklı düşünceler çarpışması…
Fakat Mary’nin aksine vahşi olması gerektiğine inanıyordu o doğanın. Zenginlerin ve ünlülerin izlemesi gereken bir bahçeden ibaret olmamalıydı tabiatın güzelliği. Mary ise diğer insanları ikna etmenin peşindeydi. Eğer kendi bahçesinin atmosferini görürlerse insanların doğaya döneceğine inanıyordu. Çünkü Mary bahçe değil yeni bir dünya yaratıyordu.

Olmaz mı? -Olabilir…
Kısa zamanda uzun mesafeler kat edildi. Zor kişiler ikna edildi. Olmaz denilen her şey oldu. Evet zordu ama; hayatta kolay olan ne vardı ki? Mary ve Christy belki küçük bir bahçe yaratmışlardı ama bu gelecek için umut demekti. Doğanın çirkin beton yığınlarından kurtulması, çölün ağaçlanması ve vahşi çiçeklerin her yeri sarması demekti. Dünyanın çiçek açması demekti.

Mary’nin inancı mı yoksa inatçılığı mı daha güçlüydü kimse anlayamamıştı. Herkesin fark ettiği tek şey, bu sıra dışı kadının hayallerini gerçeğe dönüştürmek için nefes aldığıydı. Ne doğadan ne de hayallerinden vazgeçmeyen biriydi Mary Reynolds.

Çam ağacımızın kökleri, dalları, iğne yaprakları Mary Reynolds gibi kahramanlar olduğu sürece daha güçlü ve daha inançlı.

Fimlerin hikayelerle, hikayelerin Serinletici Sinema Kulübü‘yle buluştuğu her an; yaşamaya, okumaya, izlemeye ve ilham almaya değer bir andır.

İyi seyirler, sevgiler…

Serinletici Sinema Kulübü puanı:

Neval Erbak

Kocaeli Üniversitesi Radyo, TV ve Sinema bölümü mezunu olan Neval, İletişim Fakültesi radyosunda yayınlanan ‘Dört Köşe’ adlı programıyla, Aydın Doğan Vakfı 23. Genç İletişimciler Yarışması İşitsel Dal/Müzik Programı kategorisinde 1.'lik ödülü kazandı. Neval, Serinletici'de kültür-sanat, yaşam-eğlence üzerine yazılar yazıyor.

You may also like...