Oluklu Mukavva Üstündeki Adam ile Sohbetler-Alamancı Şapkası

Share

image

  Büyük bir çuvalı vardı mukavvalının, içerisinde birbiri ile alakasız onlarca şeyi saklardı, sadece kafasının sığabileceği bir duvar oyuğuna sokuşturmuş çuvalını, ucunu çıkmaz sokağına doğru açmış ve sahip olduğu birkaç şeyi içerisinde saklamıştı. En sevdiği eşyalarından birisi de tüylü yeşil şapkasıydı. 17-18 yaşlarındayken Almanya’dan gelen dayısı getirmişti ona, iş bu ya hiç bir zamanda ayırmadı yanından.

                                                      ***

 Vakit öğleden sonrayı bulmuştu, keskin ve yakıcı bir koku saldırdı genzine, sol elinin iki parmağıyla kenarları kabuk bağlamış burun deliklerini kapattı, sağ elini de ağzına siper edip kesik kesik nefes almaya başladı. İçtiği hiç bir sigaranın tadına benzemiyordu bu kokunun tadı. -Herkesten sigara istemeyi alışkanlık haline getirdiği için bir çok değişik sigaranın tadına bakmıştı çok öncelerden.- Koku artık dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Başındaki yeşil tüylü şapkayı çıkarttı ve iki eliyle yanlarından tutarak yüzüne siper etmeye çalıştı -şapka o kadar eskimişti ki örgüleri elenmiş, zorlasan bir parmak girecek kadar aralanmıştı- . O koku genzinin barikatlarını yıkmış ciğerlerini işgal etmeye başlamıştı çoktan, aynı zamanda gözleri de çoktan bayraklarını indirmişti. Duyu organları teker teker savaş alanından çekilirken bir tek kulakları keskinliğini korudu, büyük bir gürültü geliyordu büyük caddeden çıkmaz, karanlık sokağına. Siren sesleri, bağırışmalar, ardı ardına patlayan fişekler…

                                                  ***

 Bir kaç dakika sonra telaşlı adım sesleri duydu kulakları, güçsüz adımlardı bunlar, yere sağlam basılamayan, titreyen ve takatsiz dizlere ait adımlar. Ardından bir ses duydu pat diye, mukavvasının üzerine bir şey düşmüştü. Yüzünü açmaya korkuyordu, çünkü açsa ciğerleri daha beter yanacakmış gibi geliyordu. Ama bir yandan da önüne düşen şeyi merak ediyordu. Şapkasını aşağı doğru çekti usulca, gözlerini mukavvasının ucuna ilişen karartıya doğru devirdi, karartının ne olduğu hakkında kesin bir kanıya vardıktan sonra kocaman açtı sisli gözlerini. Şapkasını bir kenara bırakıp dizlerinin ucuna düşen gencin başını tuttu iki eliyle, kafasının arkasından süzülen kana baktı. Kanaması aşağıya gelecek şekilde çevirdi genci, ardından şapkasını kafasının altına sıkıştırdı. Elek gibi şapkasından akan kanlar, mukavvasına damlıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu, sadece bekledi ve bekledi..

                                                  ***

 On dakika hareketsiz, gözlerini gence dikerek durdu öylece.. Sonra kafasını adım seslerinin geldiği yöne doğru çevirdi. İki üniformalı geldi, önce mukavvalıya sonra gence baktılar. Birisi parmaklarını gencin boynuna bastırıp nabzını kontrol etti, ardından diğerine dönüp “Ölmüş bu.” dedi. Sesi çıkmadı mukavvalının, gözlerindeki sis dağılmıştı sadece, sisler yerlerini ateşe bırakmıştı, üniformalılar o ateşi farketmediler. Yarım saat sonra gelen sedyeye yüklediler genci ve kayboldular çıkmazdan.

                                                 ***

 İki ayağının üzerine doğruldu mukavvalı, biraz zorlandı ama başardı. Mukavvasını kaldırdı, çuvalının bulunduğu oyuğun önüne doğru dik bir şekilde koydu. Şapkasını da ucuna bıraktı mukavvanın. Arkasına bakmadan yeni bir çıkmaz bulmak için yürümeye başladı.

 Samet Yavuz

You may also like...