Luca’nın Gidişi

Share

Ferrari için gelmiş geçmiş en önemli isim elbette Enzo Ferrari’dir ancak yanına ikinci bir isim yazmamız gerekirse o da kesinlikle Luca di Montezemolo olur.

image

Son dönemde Ferrari’nin kötü durumu nedeniyle pek çok kez eleştirilmiş olsa ve hatta Ferrari’den ayrılan bir çok önemli isim başarısızlığın sebebi olarak onun ismini vermiş olsa da, Ferrari kariyerine baktığımızda çok özel şeylerle karşılaşıyoruz.

Luca’nın Ferrari için yaptıklarına bakmakta fayda var, çünkü genç arkadaşlarımızın bir çoğu onun diğer yönlerini pek bilmezler. Henüz genç denilebilecek yaşlarda Enzo tarafından farkedildi, elbette genç dediğimde bir pilot için genç yaşlar ile yöneticilik için genç yaşlar arasında dağlar kadar fark olduğunu unutmayalım, Enzo’nun asistanı olduğunda henüz 26 yaşındaydı. Enzo onu genç yaşına rağmen F1 takımının başına geçirdi ve orada Lauda ile 2 şampiyonluk yaşadı. İşler yolunda gidiyordu ve artık başka bir göreve geçecek ve Ferrari’den ayrılacaktı, 1976 yılında, 29 yaşındayken FIAT’ın motorsporları departmanının başına geçti. Ferrari’deki görevinden ayrılması Enzo Ferrari’den ayrılması anlamına gelmiyordu, Enzo onu hep çok sevdi ve yanından ayırmadı, sürekli irtabattaydılar. FIAT ile başarılarına sürdürdü ve Enzo ile ilişkisini devam ettirdi. Enzo’nun vefatından sonra Ferrari’nin sorunları vardı ve FIAT bunu çözecek kişinin Luca olduğuna karar verdi ve Ferrari’deki başkanlık koltuğuna Luca oturdu. Yıllardan 1991’di, Luca artık 44 yaşındaydı ve gençliğinden itibaren Enzo’nun himayesinde çok şey öğrenmiş bir yöneticiydi.

image

Enzo aslında sağ kolu olacak ve işleri kendisinden sonra ele alacak kişi olarak oğlu Dino’yu görmeyi istemişti, Dino aynı zamanda iyi bir mühendisti ancak hastalığı yüzünden onu çok erken yaşta kaybettiğinde işleri ele alacak Pierro vardı, ancak onun bu konudaki yeterliliği elbette tartışılır. Ferrari’de hala görev yapmakta olduğunu biliyoruz ancak Enzo onu pazarlama bölümüne getirirken bile umutsuzdu. Luca ile karşılaşması onun için büyük bir fırsat oldu. Bu işi en iyi şekilde yönetebilecek ve Enzo’nun çizdiği anlayışı devam ettirebilecek yapıda biriydi. Ona her zaman “Avukat” demesine rağmen bazı anılardan anladığım kadarıyla en başından beri onu da oğlu gibi gördü ve yetiştirdi. Gilles Enzo için ne ifade ediyorsa benzerini Luca için de hissetti. Karakter olarak da çok benzer olduklarını zaten hemen göze çarpıyordu, ikisi de karşısında otururken titreyeceğiniz türden insanlar, zaman zaman acımasız olabilecek kadar sert yönetim disiplinine sahipler ve dik kafalı denilecek kadar inatçılar. Diktatör diyenlerin, neden dediğini anlamak zor değil. Enzo ölümden önce gelecekte Ferrari’nin başına onun geçeceğini içten içe eminim ki biliyordur.

İşi en iyisinden öğrenmiş bir yönetici olarak koltuğa geçtiğinde Luca’nın ilk hedefi takımlar şampiyonluğunu kazanmaktı. Tabi bunun için bir süre daha beklemesi gerekti, en başında sorunların aşılması için takımda büyük değişikliklere gidildi, ancak sonuç almak kolay değildi. Bu işte çok başarılı bir organizasyon dahisini işe alması gerekti; Jean Todt. Sonrası malum, Schumi’nin ve Brawn, Byrne gibi isimlerin katılmasıyla rüya takım haline geldiler. Takvim 1999 yılını gösterirken Ferrari yıllar sonra gelen ilk takımlar şampiyonluğunu kutluyordu. O yıl İngiltere’de Schumi o kazayı yapmasa, eminim ki o yıl pilotlar şampiyonluğunu da rahatlıkla alabilirdi. Luca takıma gelir gelmez doğru adımlar atmaya başlamıştı ve 8 yıl sonra şampiyonluklar gelmeye başladı. 2005 yılına kadar çok ciddi bir Ferrari dominasyonu gördükten sonra Formula 1’de kural değişikleri dönemi dediğim dönem başladı.

image

Ferrari dominasyonu seyircinin ilgisini düşürdü sebebiyle F1’de kapsamlı kural değişikleri dönemi başladı ve bu dönemin başlamasının ardından 2006 yılında çok yaklaşmasına rağmen Ferrari şampiyonluk kazanamadı. Takımda çözülme başladı ve takımın önemli adamları takımdan ayrıldılar. Ferrari önceki yılların ivmesiyle son şampiyonluğunu 2007 yılında Kimi Raikkonen ile kazandığında büyük bir skandal patlak vermişti. Ferrari’ye ait belgelerin McLaren’in elinde olduğu anlaşılmıştı ve Ferrari için en acı yönü bu belgeleri sızdıran kişi Nigel Stepney’di. Nigel Ferrari’nin rüya kadrosunun bir parçasıydı. Şimdiye kadar hiç bir teknisyenin bu denli tanındığı ve önemli işler çıkardığı görülmemişti ve onun ekibi 2000’lerin başındaki dominasyonda önemli pay sahibiydi. Otomobili yarışa hazırlama ve pit stoplar konusunda gerçek bir dahiydi. Ferrari’nin en önemli temel taşlarından biri tarafından vurulması yönetimin radikal bir müdahale yapmasına sebep oldu ve takım italyan kökenli çalışanları ön plana çıkarmaya başladı. Karar çok radikaldi ve bazı yönlerden gerekli gibi görülse de, başarısızlığı getirdi. İtalyan kökenli mekanik uzmanları dünyaca iyi tanınırlar ancak tasarım anlamında ve aero konusunda iyi uzmanların eksikliği Ferrari’nin başarısız sezonlarına sebep oldu.

Takımın başına Stefano Dominicali getirildi ancak kendisinin bu konuda ciddi bir birikimi yoktu, kendisi aslında pazarlama departmanının başındaki isimdi ve idarecilik konusundaki yetenekleri takım için yeterli değildi. Ekonomiden ve paradan anlayan bir adamın takımın yönetimine getirildiğinde ne yapması gerektiğini bilmesini beklemek saçmalıktı. Teknik patron ise Aldo Costa oldu, İtalyanların mekanik konusunda en iyi mühendislerinden biri ve bir dahi. Bu iki dahi isim göreve İtalyan oldukları için getirildi ancak ikisi de yanlış pozisyondaydılar. Stefano, önceki yıllarda tütün ürünleri reklamları yasaklanmasına rağmen Philip Morris’i ikna etmiş ve araç üzerinde marka logosu olmasına rağmen sponsorluk anlaşması yapmıştı ve takımın en büyük sponsor gelirini veren Marlboro’ydu. Nasıl ikna ettiği mi? İşte o Stefano’nun yeteneğiydi. Costa ise altın yıllarında Ferrari araçlarının mekanik aksamlarını tasarlamış bir dahiydi, maksimum performansı çıkarırken dayanıklılıktan taviz verebiliyordu ve aracı çok iyi anlayıp ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. Ancak onun da Stefano gibi yeni görevi kendisine uygun değildi, yeni şasinin tasarımı konusunda ve aero konusunda bilgi birikimi eksikti ve bu konudaki departmanları denetleyemediği için işler biraz kontrolden çıktı. Bu da başarısızlığa giden yolu araladı.

image

Luca başarısızlığın acısını çıkarmak için Aldo Costa’yı göndererek aslında çok büyük bir hata yapıyordu. İyi bir yönetici olmasına rağmen içindeki acımasız disiplini ve inadının sonucuydu. İtalyan kökenli kadro anlayışının götürdüğü yolu gördü ve geri adım attı. Costa’nın yerine bir İtalyan oturmadı, Fry göreve getirildi, bu konuda deneyimi çok daha iyiydi, ancak hala yeterli değildi. Daha sonra Ferrari’nin eski çalışanı Allison’un gelmesiyle takım biraz daha derli toplu hale geldi. Ancak başarısız sezonların devam etmesiyle bu yıl da Stefano Dominicali’ye yol gösterildi ve Aldo Costa kararında yapılan hata tekrarlandı. Onun da görevini şu an başka bir Ferrari kökenli pazarlamacı üstlendi, Marco Mattiaci. Yanlış yönetici seçimi yine Luca’ya aitti.

Luca çok iyi bir yönetici olmasına rağmen Jean Todt yönetiminin ardından Scuderia Ferrari için bir çok yanlış karara imza attı ve gitmesindeki temel etken elbette ki bu oldu.

Ancak bildiğiniz üzere Ferrari başkanı olmak demek sadece Scuderia Ferrari’yi yani sportif takımı yönetmek anlamına gelmiyor, çünkü Ferrari aynı zamanda yol otomobilleri de üreten bir firma ve başkan aynı zamanda orada da önemli görevler yöneten bir konumda. Olaya bir de o yönden bakmazsak her şey eksik kalacaktır. Bu yüzden şimdi birazda oradaki yaptığı işlere bakalım.

Luca göreve geldiğinde Ferrari gerçekten önemli bir spor otomobil üreticisiydi ve bu başarıyı koruması çok önemliydi. Luca bu konuda çok ciddi bir inceleme yaptı ve otomobillerinin yapısını ve pazardaki kitleyi çok iyi tahlil etti. Aldığı kararlar çok önemli sonuçlar getirecekti. Ferrari araçları 90’lardan önce safkan performans otomobilleriydi ve o dönem için aranan özellikler aslında otomobilin potansiyeliydi. Ferrari kullanıcılarının bu potansiyeli ne kadar kullanabildiği ise başka bir soru işaretiydi. Zaman artık değişmeye başlamıştı ve Luca ne yapması gerektiği çok iyi gördü; artık çok üstün performansı aynı zamanda daha kolay ulaşılabilir ve daha kullanıcı dostu olarak sunmak gerekiyordu ve artık bu araçları alanlar araçla beraber konfor da alabilmeliydi. 80’lerin vahşi Ferrari’leri yerini yavaş yavaş daha kolay kontrol edilebilir, daha fazla sürücü dostu ve sürücüyle daha fazla iletişime geçen araçlara bıraktı. Yeni dönemde artık araçların maksimum sürati yada kaç sn’de 100 km/h hıza çıktığı değil, sürücüye ne kadar keyif verdiği, sürücünün performansı nasıl idare edebildiği önemliydi. Çünkü bu araçları alabilecek maddi güce sahip insanlar F1 pilotlarının sürüş yeteneklerine sahip kişiler değillerdi ve kullandıkları araçları performanslı kullanmak istiyorlardı. Luca bunu sağlayan ve modern Ferrari’lerin doğmasını sağlayan adam oldu. Şirket otomobil üretimini de arttırdı ve karlılık ciddi anlamda gelişti. Son 5 yıl içerisinde farklı bir adım daha attı, Ferrari’nin en eski teknik ortaklarından biri olan Pininfarina tasarım stüdyosuyla olan ilişkilerini azaltma yoluna gittiler ve kendi tasarım stüdyolarını kurdular. Son üretilen Ferrari olan LaFerrari’nin tasarımı tamamen Ferrari’nin kendi tasarım stüdyosunun bir ürünü, Pininfarina sadece danışmanlık görevi yaptı ve hiç bir somut çalışmada bulunmadı. Bundan bir önceki modelde de zaten iki stüdyo ortak çalışmışlardı. Ferrari’nin stüdyosu neredeyse tek başına çalışmaya hazır hale geldi ve bir üretici için tasarımlarını kendilerinin yapması elbette çok büyük bir adımdı. Luca şirketin yol otomobilleri kısmında her zaman ileriyi doğru olarak gördü ve çok büyük adımlar atarak markayı tahmin edilenin çok üzerine çıkardı. Enzo’nun bir zamanlar bahsettiği hayaliydi aslında bu, şirket FIAT’a ortak olurken firma olarak küçük olmalarından yakınmış ve büyümelerinin ne kadar hayati olduğunu anlatmıştı bir röportajında. Luca o hayali gerçekleştiren adam oldu. Şirket artık dünyanın en prestijli markasına sahip kar marjları inanılmaz bir noktaya ulaştı. Bunu devam ettirmek hiç kolay olmayacak, çünkü Luca çıtayı o kadar yükseğe koydu ki, tekrarlanması bir mucize gibi.

Yol otomobilleri departmanındaki etkilerin F1 izleyicisi tarafından bazen gözardı edildiğini görüyorum, ancak bir şirketin yöneticisi olmak şirketin tek bir başarısına bağlı değildir. Yerine oturacak kişinin sadece F1’i değil aynı zamanda otomobilleri ve pazarı bilmesi gerektiğini hiç unutmamak lazım. Ancak Marchionne gibi F1’in de içinde olmayan birinin ne kadar başarılı olacağını da söylemek zor.

image

Luca, Enzo tarafından bu iş için özel eğitildi desek yeridir, hem Scuderia’da hem de otomobil piyasasında işlerin nasıl yürüdüğünü öğrendi; Lauda ile şampiyonluklar yaşadı, FIAT’ta otomobilleri öğrendi. Hep bir öğretmenin yanında oldu ve ne yapılması gerektiğini öğrendi, onun öğretmeni en iyisiydi. Luca bu iş için biçilmiş kaftandı ancak Luca kariyeri boyunca bu işi devredebileceği birini eğitmedi. Bence görevi boyunca en büyük hatası da bu oldu. Şimdi gemiyi devralacak doğru adam yok. Bana sorarsanız o koltuk için tek bir uygun kişi var; Stefano Dominicali. İş dünyasının tanıyan ve otomobil pazarını tanıyan bir adam, çünkü oradan yetişti, tıpkı Mattiaci gibi. Sonrasında takımda görev aldı ve artık ilk zamanları gibi değil, bu işi yürütebilecek kadar da sporu tanıdı. Eski görevinde başarısızlığını buna karıştırmamak lazım, çünkü çok farklı görevlerden bahsediyoruz. Şirket yönetmek ile sportif takım yönetmek aynı olsaydı, bizim futbol ligimizde çok iyi takım patronları olurdu, öyle değil mi?

image

Onur Ömer Öztürk

You may also like...