Özgecan’ın çığlığını kimse duymadı; ama ‘çığlığının hikayesi’ni duymayan kalmadı. Herkesin içinde kocaman bir çığlığa dönüştü bu vahşet.
Herkes bu acımasızlığa lanet ederken, annesi tabutuna sarılmış “Bebeğimin üstüne toprak atmayın” diye ağladı. Özgecan’ın çığlığı annesinde hayat buldu. Tıpkı bir zamanlar Özgecan’ın annesinin içinde hayat bulduğu gibi… Ve o talihsiz günden beri Özgecan her gün annesinin içinde bir kez daha var olacak.
Annesi onu doğuracak, büyütecek, çok sevecek, öpüp koklayacak, sonra tabutuna sarılarak ağlayacak. Ama bir türlü veda edemeyecek. Gecelerce düşünecek, yavrusunu ondan neden ayırdıklarını bir
türlü anlayamayacak.
Hep ‘keşke’lerde yaşayacak. İçi yanacak.
Yavrusunu özleyecek ama kavuşamayacak. Çünkü inanılmaz bir gaddarlık kol
geziyor insanlığın damarlarında.
‘Kadın’ı değersizleştiren yok eden bir
gaddarlık. Ne de olsa fıtratımızda eşitlik yok, ne de olsa güçsüzüz, ne de olsa
ikinci cinsiz, ne de olsa kadınız! Hep aynı hikâye, hep aynı ‘hüzünlü son’. Biz
artık biraz ‘mutlu son’ istiyoruz.
Bırakın da yaşayalım!