Bazen inancımız sarsılabilir, güvenimiz zedelenebilir ve kalbimiz kırılabilir. Hayat bizi yorabilir; ama ne olursa olsun vazgeçmek bize göre değil. Biz umut etmeyi seven kişileriz, vazgeçmeyi değil.
Serinletici Sinema Kulübü’nde haftanın filmi ‘The Man in the Moon‘, sizlere nostaljik ve duygusal bir yolculuk vaat ediyor. Eğer kalbinizin kırılmasına ve birkaç damla gözyaşına razıysanız, vakit kaybetmeden filme geçelim…
Büyüsem mi yoksa büyümesem mi?
Dani, üç çocuklu bir ailenin ortanca kızıydı. Haşarı bir erkek çocuk gibi ortalarda gezinmesine rağmen romantik bir kalbe sahipti. Elvis Presley ilk aşkıydı, şarkıları ise onun için tatlı birer öpücük gibiydi. Hayallerde yaşamaktan mutluydu Dani; çünkü gerçekte böyle bir aşkla karşılaşacağını aklına dahi getirmiyordu. Ama karşılaşmıştı…
Büyük aşk ve büyük nefret ikilemi.
Dani, ev işleriyle uğraşacak bir kız değildi. O ormanın içinde koşmalıydı, gölde yüzmeliydi, özgür olmalıydı. Özgürlüğünün peşinde koşan ve büyüdüğünü bir türlü kabul etmek istemeyen Dani, hayatının tam ortasına düşen beklenmedik misafirin varlığıyla sarsıldı. Misafirlerden hoşlanmayan Dani, bu çocuktan sonsuza dek nefret etmeye karar vermişti. Ona ne ara aşık olduğunu ise hiçbir zaman anlayamayacaktı…
Kalp ağrısı.
Dani, Court’e tutulmuştu; fakat Court’ün gözünde Dani’nin küçük bir çocuktan farkı yoktu. Aralarındaki 3 yaş, Dani’ye göre bir lütuf, Court’e göreyse bir uçurumdu. Ve bu uçurum, Court’ün kalbini Dani’nin ablası Maureen’e kaptırmasıyla bir felakete dönüştü. Hem Dani hem de ailesi zor zamanlar yaşıyorlardı. Gelecek belki umut dolu olabilirdi fakat şimdiki zaman, saf bir kalp ağrısından ibaretti.
Yıkılan hayaller, yıkılan hayatlar…
Dani, yıkılan hayalleriyle başa çıkmaya çalışırken ablası Maureen mutluluktan uçuyordu. İlk aşk dediğin ya havalara uçurur ya da yerden yere vururdu. Dani’nin kaderi uçmak değildi belli ki. Hayat tercihlerden oluşuyordu ve Dani bu tercih çemberinin dışında kalmıştı. Büyük bir haksızlığa uğradığını düşünüyordu. Aslında fark edemediği hem ablasının hem de Court’ün, tıpkı kendisi gibi, kalplerine söz geçiremedikleriydi.
Bazı insanlar dünyada hem cenneti hem de cehennemi yaşarlarmış.
Mutluluktan uçan Maureen, Court’ün başına gelen talihsiz kazayla kendini o korkunç uçurumun kenarında buluverdi. Kanadı kırılmıştı, uçmak onun için mümkün değildi artık. Sessiz çığlıkları göğü deldi, fakat duyan olmadı. Dani içinse durum daha farklıydı. O bir yandan Court’ün yasını tutuyor, bir yandan da ablasının sözde ihanetiyle başa çıkmaya çalışıyordu. Kendini büyümüş zannediyordu, ama hala küçük bir çocuktu…
Fazlasıyla dramatik.
Dani çektiği acının dünyadaki en büyük acı olduğunu düşünüyordu. Hem ihaneti hem de kaybı sindiremiyordu 14 yaşındaki kalbi. Öfkeliydi, hem Tanrı’ya hem de tanıdığı tüm insanlara. Ne yapacağını bilemiyordu. Aklındaki sorunun yanıtını bir gün Court’ün mezarını ziyarete gittiğinde buldu. Ablası Maureen’in çektiği ızdıraba şahit olan Dani, kendi acısıyla ablasını sarıp sarmaladı. Fazlasıyla dramatik bir andı ve fazlasıyla duygusal…
‘Gerçek sevgi’
Hayatta pek çok kez sınanabilirsiniz. Kalbinizle, tutkularınızla, umutlarınızla, sevginizle ve bağlılığınızla sınanabilirsiniz. Bu büyük sınavlarda bazen yolda kalabilirsiniz. İlerleyebilmenizin tek yolu ‘gerçek sevgi’den geçer. Ne zaman kaybolsanız, kalbiniz ya da ‘aydaki adam’ size doğru yolu gösterecektir. İşler içinden çıkılmaz bir hal aldığında yapmanız gereken şey aydaki adamla konuşmak…
İyi seyirler!
Serinletici Sinema Kulübü puanı:
Fragman:
Tabikide izlemiştim 😀 Yoklukta kimin giderinin olup olmamasına dair ibretlik bir film. Ergen, kendi kendine hayatın sırlarını çözmeye çalışan küçük kardeşe karşın güzellik kraliçesi ve seksapalitesi yüksek abla. Asla dost olamazlar. Filmin böyle 10 sene sonrası gibisinden aksiyonu olsa büyük ihtimalle küçük kardeş dillere destan bir güzelliğe bürünmüş olarak karşımıza gelirdi. Problem değil. Hayal gücümüzle dolduruyoruz biz bu boşlukları.