Hayat yoruyor. Hem fiziksel hem de ruhsal anlamda yoruyor. Kafamızın içinde çok fazla isyan cümlesi kurmaya başladığımızda ve sağlığımızı geri getirecek ilaçların kutusu çantamızda ağırlık yaptığında anlıyoruz ki biraz boş vermeliyiz.
O halde boş veriyoruz. Kendimizi kaçan bir uçurtma gibi bırakıyoruz. Süzülüyoruz semalarda, keyif almıyoruz hiçbir şeyden; sessiz bir tanık gibi yaşıyoruz kendi hayatımızı. Tek derdimiz günü bitirmek, tek derdimiz hafta sonuna ulaşmak, tek derdimiz sessizce yaşamak…
Ama yaşayamıyoruz!
Hâl böyle olunca da bize zevk veren şeylerden uzaklaşıyoruz, daha doğrusu hobilerimize vakit ayıramıyoruz. Ne yazmak geliyor içimizden ne okumak, ne hayal kurmak istiyoruz ne de seyahate çıkmak; çıtır çerez müziklerde ve dizilerde kaybediyoruz kendimizi.
Bu kısır döngüden memnun muyuz? Elbette değiliz. Ama hayatın ve insanların çaldığı yaşama sevincimizi yerine getirebilmek için oynatabilecek bir parmağımız dahi yok.
Fakat böyle mi gidecek sonsuza kadar?
Derin düşüncelerin, hoş bir film sahnesinin, hayatınızı özetleyen o müziğinin hiç mi değeri yoktu?
Gün gelecek bu düşünceler hem beyninizi hem de kalbinizi kemirmeye başlayacak. Belki çok geç olacak, geçen zamanınıza üzüleceksiniz; belki de son durakta yakalayacaksınız treni, yanlışın neresinden dönülürse kârdır diyeceksiniz.
İşte o gün tekrar derin sularda yüzmeye başlayacaksınız, bir şarabı yudumlar gibi hayatın tadını çıkaracak ve hınzır hayallere dalacaksınız. Sebepsiz gülümsemeler çalacak kapınızı ve kaybettiğiniz heyecanı tekrar hissetmeye başlayacaksınız.
Tekrar hoş geldiniz!