by ‘Lütfen, lütfen, lütfen…’ diye umutsuzca ricada bulunuruz bazen. Tanrı’dan, evrenden ya da sadece kendimizden. An olur dualar kabul olur, an olur ansızın zaman durur. Ne sözler geri alınır ne de konforuna alışık olduğumuz yaşam geri gelir.
Serinletici Sinema Kulübü’nde haftanın filmi ‘Eat Pray Love’ ile kendini bulmak için yollara düşen bir kadının hikayesini izliyoruz. Ve tabii ki ilham almayı ihmal etmiyoruz.
Ve bıraktı…
Liz Gilbert başarılı yazardı. Seyahatlerini, deneyimlerini, gördüklerini anlatmayı severdi. Kendini sürekli zorlardı. O zorlarken kocası Stephen kolaya kaçardı. Dikiş tutturamadığı bir işten diğerine koşarken Liz onun olgunlaşmasını ve sorumluluk almasını beklerdi. Bir gece ansızın beklemekten vazgeçti ve bıraktı. Stephen’ı, evini ve geçmişin yüklerini…
Yolculuğa çıkmalıydı.
Önce hoşuna gitti bu durum. Hafiflediğini hissetti. Sonrasında ‘boşanma’nın ağırlığı altında ezilmeye başladı. Eski(!) kocasının ısrarlı bir şekilde ayrılmak istememesi ve başına gelen her şey için Liz’i suçlaması bardağı taşıran son damla olmuştu. Liz kendinden mi yoksa Stephen’dan mı kaçtığını bilmiyordu; ama gitmeye karar verdi. Önce İtalya’ya, ardından Hindistan’a, sonrasında ise Bali’ye doğru bir yolculuğa çıkacaktı.
Bulacağı bir şey kalmamıştı.
Arkadaşları deli olduğunu düşündü. Bu yeni özgür Liz’in bir heves peşinde olduğunu biliyorlardı; fakat dinlemeyeceğini bildiklerinden ellerinden geldiğince destek olmaya karar verdiler. Ve Liz kendini Roma’da buldu. Hayata karşı kabaran iştahıyla yemeye başladı. Lezzetli pizzaları, makarnaları, şarapları… Kilo da aldı, ama buna pek de katılmadı. Ailem diyebileceği arkadaşlar edindi kendisine. İtalya’da artık bulacağı bir şey kalmayınca günler süren Hindistan yolculuğuna başladı.
Yüzleşme zamanı…
Roma’da yeni deneyimler kazanan Liz, Hindistan’da duanın gücünü keşfetmeye karar vermişti. Aradığı iç huzuru Hindistan’da değil de kendi kalbinin derinliklerinde bulması gerektiğini ise Richard’tan öğrendi. Teksaslı Richard sayesinde Liz kendisiyle yüzleşmekten kaçmaması gerektiğini anladı. Hem kendisiyle hem de hayalinde Stephen ile karşı karşıya geldi. İçindeki o karanlık su yavaş yavaş çekildi ve yerini pırıltılı bir denize bıraktı.
Güzeldi ve korkutucuydu.
Hindistan’da dualarına karşılık bulmuştu. Şimdi ise Bali’ye gidecekti. Çünkü bir önceki ziyaretinde şifacı Ketut kendisini tekrar görmeye geleceğini söylemişti. O halde gitmeliydi. İyileşmek için elinden gelen her şeyi yapmalıydı. Huzuru bulan Liz hiç beklemediği bir anda aşka vuruldu. Planları arasında yoktu elbette ama olmaması için bir neden de yoktu. Felipe ile imkansız ve harika bir ilişkinin içinde bulmuştu kendini. Birbirlerini seviyorlardı, bu güzeldi ve aynı zamanda korkutucuydu.
Kalbine dokundu.
Ve Liz korktu. Hayatında bir kez büyük bir aşka yelken açmıştı, bu da yaşamında onarılmaz yaralar açmıştı. Hayatının dengesinin bozulduğunu hisseden Liz, çareyi Felipe’den uzaklaşmakta buldu. Mutsuzdu ama ne yapacağını bilmiyordu. İşte bu anda Ketut bir kez daha harika bir öğüt ile Liz’in kalbine dokundu: Bazen aşk için dengeden vazgeçmek gerekirdi.
Muhteşem cevaplar!
Kendi ayakları üzerinde duran, konforlu yaşamını geride bırakıp maceraya atılan bir yazardı Liz. Nereden bilebilirdi hayatının aşkına rastlayacağını? Belki siz bu hikayenin aşk ile ilgili olduğunu düşüneceksiniz fakat konu aşktan ziyade kendini bulmak ile ilgili. Ve diğer bütün her şey gibi evren aramayı bıraktığında sunuyor cevapları bir bir…
Aradığınızı bulabilmeniz dileğiyle, iyi seyirler!
Serinletici Sinema Kulübu puanı:
