Serinletici Sinema Kulübü: Hotel Transylvania

Share

Pazartesiyi Cadılar Bayramı’na bağlayan bir gece, eğer ki Serinletici Sinema Kulübü gecesiyse ne olacağını tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.

Şekerler, çikolatalar, patlamış mısırlar ve canavarlar ortalıkta uçuşmaya başlasın, bu gece Serinletici Sinema Kulübü’nde Cadılar Bayramı kutlaması var.

Bu akşam siz değerli sinema kulübü müdavimlerini, canavarlara uzaktan bakıp korkmaktansa onları daha yakından tanımayı vaat eden ‘Hotel Transylvania’da ağırlıyoruz. Lütfen keyfini çıkarın…

Canavar kavramı görecelidir.
Mavis, babasının okuduğu ‘korkunç insan masallarıyla’ büyümüştü. İnsanlar neden bu denli kötüydü ki? Ne istiyorlardı canavarlardan bir türlü anlayamıyordu. Babası Dracula neden insanlardan nefret ediyordu? Keşke eline bir fırsat geçseydi de kendini insanlara anlatma fırsatı bulabilseydi. Ah belki de beklediği an yaklaşıyordu…

En güvenli ikamet yeri!
Kont Dracula, yıllardan beri canavarların kendileri gibi davranacakları bir yerin hayalini kuruyordu. Böylelikle Otel Transylvania fikri ortaya çıktı. Yapımı uzun zaman aldı; ama hem insanlardan uzakta rahatça yaşayacaklar hem de karısı Martha’nın hatırası biricik kızı güven içinde olacaktı. Bu otel onlar için en güvenli ikamet yeriydi. Otelin önü 15 dönümlük perili bir orman, etrafı ise zombilerle dolu bir mezarlıkla çevriliydi. İnsanoğlunun buradan uzak durmak dışında bir seçeneği yoktu.

Otelimize hoş geldiniz!
Artık canavarların saklanmasına gerek kalmamıştı. Transylvania Oteli onlar için harika bir yuvaydı. Gölgelerin arasından sıyrılıp insanlara yakalanma fikri olmadığında her biri pek şirin birer yaratığa dönüşüyordu. Ve ufukta çılgın bir parti gözüküyordu. Dracula, küçük tatlı kızı Mavis’in 118. yaş günü için ihtişamlı bir parti düzenliyordu. Dolayısıyla tüm canavar dostlar davetliydi. Harika bir parti olacağına hiç şüphe yoktu.

İnsanların dünyası…
Fakat Mavis’in tek istediği dışarıya çıkmaktı. İnsanların dünyasına adım atmak istiyordu. Yüz küsür yıldır babasıyla hep aynı tartışmayı yapıyorlardı. Sonuç yine hüsran olacaktı ama Mavis cesaretini toplayıp babasına bir kez daha dışarı çıkmak istediğini söyledi. İnanılmaz bir şey oldu, babası bu kez dışarı çıkmasına izin verdi.

Babalar her zaman haklıdır(!)
Bu habere çok şaşıran Mavis otellerine en yakın insan köyüne hızlı bir yarasa uçuşu yaptı. Karşılaştığı manzara ise bir hayli ürkütücü oldu. İnsanlar ondan nefret ediyordu, onu öldürmek ve yakmak istiyorlardı. Hayal kırıklığı içinde eve dönen Mavis, bunun babası tarafından kurgulanan bir oyun olduğunu bilemezdi. Babasının insanlar hakkındaki düşüncelerine sonunda hak veren Mavis, bir daha dışarıya adım atmamaya and içti.

Masum bir macera arayışı.
Kont Dracula’nın keyfi yerindeydi. Taa ki otelinden içeri bir insan evladı adım atana kadar: Jonathan! Jonathan’ın macera merakı onu Transylvania Oteli’ne getirmeyi başarmıştı. Dracula şoktaydı. Yıllarca insanlıktan uzakta bir hayat düşlemişti. Şimdi ise bu güven ortamı korkunç bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Bu insan yüzünden hem kızı bir insanla iletişime geçmiş olacak hem de otelde insanların kalmaya başladığını gören canavarlar buraya bir daha adım atmayacaklardı.

Korku tüneli!
Dracula bu gibi sorunlarla yüzleşirken, Jonathan’ın derdi kendinden büyüktü. Oteldeki misafirlerin kostüm partisinden ziyade doğal halleri olduğunu anlayınca, küçük çapta bir kriz kapıyı çalmıştı. Hiçbir kaygısı olmayan bir gençken, kendini tam anlamıyla bir korku tünelinde gibi hissetmişti.

Klasik insan paranoyası.
İnsanlar kendi türünden olmayanlara karşı her zaman acımasızdılar. Sanki dünya üzerindeki her varlık onları öldürmek istiyordu. Gerçek Dracula ile karşı karşıya olduğunu anlayan Jonathan da bu paranoyaya kapılmıştı. Halbuki canavarların insanlara karşı bu denli delice bir takıntısı yoktu ki. Onlar sadece rahat bırakılmak istiyordu.

Anlamak mı yoksa anlamak istememek mi?
Bu otel, gölgelerde saklanan, insan ırkının zulmünden kaçan, dışarıdaki bütün canavarlar için inşa edilen bir yerdi. Burası ateşten, çığlıklardan ve nefret dolu insanlardan yoksun, kendi halinde canavarlara göre bir yerdi. Burada bir insana yer yoktu. Dracula’nın, Jonathan’ın sinir bozucu olduğu kadar sevimli de bir çocuk olduğunu anlaması biraz uzun sürdü. Belki de her şeyi akışına bıraksa, doğa bu olayı çözecekti; ama koruma içgüdüsü devreye girince birkaç hınzır plan yapıldı. Sonu ise üzücü bir hayal kırıklığıydı.

Ne olursa olsun, hiçbir şey için geç değildi. Bir insan atasözü derdi ki, ‘yanlışın neresinden dönülürse karmış’… Kont Dracula da bu sözü uygulamaya karar verdi. Canavar olabilirdi ama kötü biri değildi.

Numara yapmaya gerek yok. Dışarıdan nasıl görünürsek görünelim, hepimiz biraz insan biraz da canavarız. Kendimizi böyle kabul edip yaşayabilir ya da rol yapmaya devam edebiliriz.

Hadi bu Cadılar Bayramı’nda bolca şeker ve anlayışla kutsanalım. Bunun bir ‘Hristiyan bayramı’olduğuna dair safsataları bir kenara bırakıp çocuklara ufak tefek sürprizler yapalım. Dahası çocukluğumuza dönelim. İşte o zaman dünya yaşanılası bir yer olacak.

Şimdi söyleyin bakalım: Şaka mı yoksa şeker mi?

İyi seyirler…

Serinletici Sinema Kulübü puanı:

Fragman:

Neval Erbak

Kocaeli Üniversitesi Radyo, TV ve Sinema bölümü mezunu olan Neval, İletişim Fakültesi radyosunda yayınlanan ‘Dört Köşe’ adlı programıyla, Aydın Doğan Vakfı 23. Genç İletişimciler Yarışması İşitsel Dal/Müzik Programı kategorisinde 1.'lik ödülü kazandı. Neval, Serinletici'de kültür-sanat, yaşam-eğlence üzerine yazılar yazıyor.

You may also like...