Serinletici Sinema Kulübü bu hafta sinema tarihinin önünde büyük bir tevazuyla eğiliyor. Ustalara saygı ve çocuklara sevgi göstermeyi unuttuğumuz bir çağda, Hugo Cabret’in hikayesi içimizde bir yerleri sızlatıyor. Haftanın filmi Hugo ile, gizem ve macera dolu bir yolculuğa çıkıyoruz zamanın ‘tik tak’ları arasında…
Zaman her şeydir…
Zamanı hafife almayın. Bazen aleyhimizde bazen de lehimizde hareket eden akrep ve yelkovan, bizi bambaşka hikayelerin içine çekebilir, tıpkı birazdan dinleyeceğiniz hikayedeki gibi…
Talihsiz bir günde, müzede çıkan yangın sonucu babasını kaybeden Hugo Cabret kimsesiz kalır. Daha doğrusu ‘nispeten’ kimsesiz… Nispeten sarhoş ve nispeten işsiz amcası Hugo’yu yanına çırak olarak alır. Bundan böyle Hugo’nun görevi saatlerin onarımını yapmaktır. Paris Tren İstasyonu’nun sevimli saat tamircisi Hugo Cabret’tir artık.
Saatler gibi insanları da onarabileceğini düşünen Hugo günün birinde çetin cevize çarpar. Daha doğrusu yakalanır.
Hugo’nun hayattaki tek amacı, babasından ona kalan robotu (automaton) tamir etmektir. Hugo, robotu tamir ettikten sonra yalnız kalmayacağını düşünmektedir. Bunun için de oyuncakçı dükkanından ufak tefek mekanik parçalar aşırmaya başlar. Taa ki yakalandığı güne dek.
Oyuncakçı dükkanının sahibi ihtiyar Georges (Melies), Hugo’dan, çaldığı her parça için dükkanında çalışmasını ister.
Bu sırada Georges’un vaftiz kızı Isabella ile tanışan Hugo için maceranın ta kendisi başlıyordur.
Hugo hayatındaki gizemleri çözmeye çalışırken biz de küçük bir çocuğun hikayesine harmanlanmış sinema tarihini keşfedeceğiz. Sanıyoruz bu durumdan pek memnun kalacaksınız. Zira sinemaya karşı ilginiz olmasaydı Serinletici Sinema Kulübü’nün bir parçası olamazdınız diye düşündük ve buram buram tarih kokan bir hikayenin, küçük bir çocuğun hikayesine karışmasını anlatalım dedik.
Ay’a Seyahat/Georges Melies’in 1902 yılında çekmiş olduğu tarihteki ilk bilim kurgu filmdir.
Hugo, tüm dünyayı büyük bir makine olarak hayal eden bir çocuk. Belli ki bu konuya bir hayli kafa yormuş ve kendi kendine “Dünya bir makineyse, ben yedek parça olamam. Burada olmamın bir sebebi olmalı” diye düşünmüş. Hayatta kalma savaşını hayranlıkla izlediğimiz Hugo, bize önemli dersler vermeyi de ihmal etmiyor:
“Gayeni kaybedersen, bozuk bir makineden farkın kalmaz.”
Hugo’nun hayatından sinemanın babası Georges Melies’in hayatına geçiş yapıyoruz. Yalnız olmak istemeyen bir çocuk, başkalarının yalnızlığına, düş kırıklığına ortak oluyor ve bir efsane küllerinden doğuyor. Geçmişi unutmayı başaramayan Melies, çareyi hatıralarını canlandırmakta buluyor.
“Belki de artık hatırlamanın zamanı gelmiştir…”
Gelin hep birlikte Hugo’nun saatler arasında gezinişine ve Georges Melies’in hayaller dünyasına tanık olalım.
Mutlu sonlar sadece filmlerde olur diyenlere inat, göğsümüzü gere gere mutlu olalım.
Hugooo! Bayılırım bu filme. Bu film öncesi insanların kafalarında belki afişe takılmalarındandır bilemiyorum şöyle saatleri ayarlama enstütüsü beklentisi oluşuyor. Ama Hugo’da küçük çocuğun yetenekleri ve babasının sırrını açığa çıkarma arzusunun saflığının saat temasıyla işlenmesi esas konu. Elbette sırayı efsane yönetmen Georges Melies etrafında dönen hikayeye bırakmadan önce.
Yazıyı da çok beğendim Nevalcim. Yüreğine sağlık.
Olmazsa olmazlardan. Herkes izlemeli.
Gerçekten herkes izlemeli. Özellikle de yaşam amacını kaybetmiş ya da hala bulmayı başaramamış olanlar… Hugo’nun geçmişine sıkı sıkıya bağlı kalarak geleceğini şekillendirmesi hayranlık uyandırıcı. Sadece saatleri değil, başkalarının hayatlarını da tamir etmeye çalışması, bu hayattaki en büyük erdem olsa gerek. Beğenmene sevindim Nilcim.
Çünkü o, kendini hayatın işleyen bir parçası olarak görüyor ve umudunu kaybetmemesine hayran oluyoruz bizler de 🙂 Çok asil ve çoktan büyümüş bir çocuk o… 🙂
yine küçük bir çocuk ve çocuğun dünyasındaki kocaman çarklar, durmaksızın işleyen zaman ve o dünya için fazla adrenalin dolu bir macera.
Çok beğenerek izlediğim ve yer yer duygulandığım sıcacık bir filmdir. Burada görünce o güzel anıları canlandırması bile başlı başına başarısını gösterir. Çok beğendim Neval yazını 🙂
İnsanı duygulandıran bir havası var gerçekten değil mi? ‘Çocuk filmi’ önyargısını yıkabilen için eşsiz bir film. Beğenmene sevindim Deniz:)
Bir çocuk ön plana çıkınca “çocuk filmi” diyenleri çok saçma buluyorum ben zaten. Evet çocuklarda bakabilir ama pekala yetişkinlere hitap eden bir film Hugo ve onun gibi pek çoğu. İlgiyle izliyoruz ve beğeniyoruz 🙂
Kesinlikle katılıyorum. Çocuk filmi diye bir şey yoktur. Çocukluğunu yitirenler vardır.
İzleyenlerin yanında izlemeyenlerin de bir şekilde “ben bunu izleyecektim” vb cümleler kurduğu bir film. İnsanların hayatlarının bir dönemlerinde kesiştiği, en çoku o ilk adımı atamadığı yapımlar arasında. İlk adımı attıktan sonra ise (ki bunun için Serinletici Sinema Kulübü’nden iyi bir amaç düşünemiyorum) Hugo’nun yaşamıyla kesişen sinema tarihi bizleri kucaklıyor.
Burada küçük bir virgülü özellikle sinema tarihi için kullanmak istiyorum. Geçmişe aşina olanların yanında sinema tarihi ile yeterince yüzleşmemiş izleyiciler için filmin merak uyandıran yapısı, Georges Melies’in yaşamı hakkında sorular sormak için filmin bitmesini bile bekletmiyor.
Sonuçta filmle nasıl geçtiği anlaşılmayan 2 saat, harika bir film ve hepsinden önce alıntılar arasından alıntı seçtirten çok güzel bir yazı var karşımızda. Olumsuz pazartesi etkisi mi? İşte Serinletici Sinema Kulübü üzerimizde olmayan tek şey bu 🙂
Bu sinema tarihi kitabı ve yazarı gerçek mi peki? Onla ilgili araştırma yaptınız mı?
Kurgusal olarak yansımıştı o yüzden çok araştırma gereği duymadık. Ama o da ne? Cidden kurgusalmış 🙂
Ben de bundan bahsediyorum işte. Gerçeklikle o kadar dans eden bir film ki neresi gerçek neresi kurgu olduğunu dahi unutabiliyoruz. Olumlu anlamda tabi 🙂
Pazartesi mi, o da ne? Artık pazartesi yok, Serinletici Sinema Kulübü var:) Bir çocuğun hikayesinde Ay’a Seyahat filmine rastlamak ne büyük şans değil mi? Uyanık halde rüya görmek gibi.
“Keşke pazartesi olsa”ları duyma aşamasına bile yaklaşıyor olabiliriz 🙂 Ay’a Seyahat derin izler taşıyor, derin izleri bilmeyenlere de adeta tarihsel olarak öğretiyor.
Bence de pazartesi olsun 🙂
Küçük yaşta büyümek zorunda bırakılmış Hugo ile en iyi çağını yaşayıp geçmişin tadını çıkartması gerekirken her şeyi unutmak zorunda bırakılmış olan Georges Melies’in hikayesi… Çok sevimli, çoğu zaman hüzünlü ve sürükleyici. Çok beğenmiştim yeniden hatırlamak sinama kulübünde çok iyi geldi 🙂
Yeniden izleyebilirim bile.
İzlerken gözümden 2 damla yaş akmadı dersem yalan olur. Bu kadar güzel bir hikaye ancak böyle vurucu bir etkiyle anlatılabilirdi.
Hadi yeniden izleyelim:)