Çocukluk yıllarımızın hayalini süsleyen olağanüstü dadı Mary Poppins, kitap sayfalarının arasından şemsiyesiyle uçup Hollywood’a doğru yola koyuluyor. Ve 1964 yılından bu yana, filmi izleyen herkes sihrin varlığına inanıyor. Peki ama Mary Poppins, kelimelerin arasında sihrini konuştururken Disney macerasına nasıl atıldı? İşte serüven bu soruyla başlıyor.
Serinletici Sinema Kulübü, haftanın filmi ‘Saving Mr. Banks’ ile bu serüvene ışık tutmaya karar verdi.
Hazırsanız başlayalım… Bu serüven yazar P.L. Travers’ın ve meşhur sinemacı Walt Disney’in yollarının 1961 yılında kesişmesiyle başlıyor. Ama aslında bu tarihten çok daha eski zamanlara dayanıyor.
Eski zamanlarda babasına hayran olan Helen adında bir kız yaşardı.
Helen’ın hayatta öğrendiği ilk şeylerden biri ‘hayal kurmaktı’. Kahraman olarak gördüğü babası Travers, eğlenceli ve yaşamayı seven ‘hayalci’ biriydi. Ve ne yazık ki alkolik… Ailesine miras olarak bolca üzüntü ve bir parça da hayal bıraktı:
“Hayal kurmayı asla bırakma, Helen.”
Helen da tam olarak öyle yaptı, hayal kurmaktan hiç vazgeçmedi. Büyüdü ve babası gibi bir hayalci oldu. Helen artık P.L. Travers adında bir yazardı… Yaşadıklarını hayallerle birleştirdi ve ortaya Mary Poppins çıktı.
Mary Poppins, çocuk kitapları arasında bambaşka bir yere sahipti. Bu ayrıcalık Walt Disney’in de gözünden kaçmamıştı. Walt Disney, kızlarına Mary Poppins’in hikayesini beyazperdeye uyarlayacağına dair söz vermişti. Ve 20 yıl boyunca bu sözü yerine getirmek için uğraşıp durdu.
Çünkü Mary Poppins’in yazarı P.L. Travers, kitabının filme çekilmesini istemedi. Disney’den ve parayla düş satma politikasından nefret ediyordu. 20 yılın sonunda bu teklifi istemeyerek de olsa masaya yatırmasının nedeni düştüğü darboğazdı.
“Para, para, para… Bu kelimeden nefret ediyorum.”
Böylelikle Pamela Travers (ya da kendine denilmesini istediği gibi Miss. Travers), istemeye istemeye soluğu Los Angeles’ta aldı.
Bu yolculuk aslında Los Angeles’a değil de çocukluk zamanlarına idi. Ve Miss. Travers, geçmişle işinin daha bitmediğini anladı.
Hayal kırıklıkları ruhlarda, fırtına ise havada olurmuş. Ruhundaki kırıklarla yüzleşen Miss. Travers, uzlaşmacı olmayınca, iş Walt Disney’e düştü.
Miss. Travers bir adım geri çekildikçe, Walt ileri iki adım attı. İmkansız bir kadına Disney’in bütün ihtişamını altın bir tabak içinde sundu. Savaşın henüz sona ermediğini düşünen Walt, Miss. Travers’ı Disneyland dünyasının sokaklarında büyüleyici bir yolculuğa çıkardı.
Düş satmak yerine kendi düşlerini diğer insanlarla paylaştığını gösterdi.
Miss. Travers’ın içinde hüzünlü bir çocuk yaşıyordu. Yüzündeki memnuniyetsiz ifade, aslında mutlu olmayı bekleyen bir çocuğun bakışlarıydı. Ama ne yazık ki Helen’ın yıllar yılı gözlerine çöken hüzün, onu bir türlü yalnız bırakmadı.
Helen da ailesinden geri kalanları bırakmamayı seçti. Babasının hayalci ruhunu miras alarak çocukları mutlu edecek unutulmaz bir karakter yarattı.
Ailesi olarak gördüğü ‘Mary Poppins’ kitabını, müzikal bir film yapmak isteyen Walt Disney’e ve sanat ekibine kök söktürdü. İşi yokuşa sürdü, kapris yaptı. Tam anlamıyla bir cadı oldu.
Walt’un görevi ise, “cadıya nasıl mutlu olunacağını yeniden öğretmekti“. Nitekim öğretti de…
Birkaç hayal, bolca kelime ve biraz da müzik bir araya geldi. Mary Poppins, sinemada tüm izleyenleri büyüledi. Hayaller onarıldı ve filmi izleyen herkese ümit aşılandı…
Serinletici Sinema Kulübü olarak, Walt Disney’in unutulmaz sözlerinden ilham aldık:
“Kendinizi bir kenara atmak, hayat için büyük bir yük. Her şeyi unutalım ve geçmişin dikte edilmediği bir hayatı yaşayalım.
Hepimizin kendine ait masalları var. Peki ya siz, hikayeyi bitirmek istemiyor musunuz?”
Hadi gelin hikayeyi birlikte izleyelim…
Of 12’den vurmuş Nevalcim yine 😀
Walt Disney denen adamın (evet herkes Mickey ile çok iyi biri sanıyor onu ama) hırsları, tutkuları, kadın üzerindeki etkileri ve “para basan” tesisleri… Hangi birini saysak bence oradan kanayan bir yaradan bahsediyor Saving Mr. Banks. Karşısında ise dimdik duran bir KADIN: P.L Travers, ya da Helen Goff.
Normal koşullarda kitabını ve hayatını asla bu Disney açgözlülerine bırakmayacakken yazarlar olarak yaşanan para sıkıtısı ve ağır yaşam şartları zorluyor onu 20 yıl dayandığı eziyete teslim olmaya. Sonundaysa buruk bir gülümsemeyle kapanmayacak bir mecburi pişmanlık…
Çok acıklı bir hikayeyi eğlendirici detaylarla anlatan bir film. İzlenip ders çıkarılmalı. Güçlü insanların her şeyi satın alabilip ruha inemeyeceklerinin gerçek bir tasviri.
Beğenmene sevindim Nilcim:)
Bence, filmde izlediğimiz Walt Disney zenginliğinin yanı sıra ‘duygusal bir baba’ olarak işlenmiş. Sonuçta bu filmden gelecek paraya ihtiyacı yokken, kızlarına söz verdiği için 20 yıl boyunca P.L. Travers’a teklif götürmeyi bırakmıyor.
Sırf para için bu teklifi kabul eden P.L.Travers ise Walt Disney sayesinde tekrar hayata dönüyor. 20 yıldır kitap yazamayan bir yazar, bu film serüveniyle geçmişin izlerinden kurtulup yeniden kitap yazmaya başlıyor. Maddiyat için kabul etmesine karşın manevi kazancı daha büyük oluyor.
Yazının sonundaki alıntıdan da anlaşılacağı üzere, bu hikayede Walt Disney’e hakkını veren bir izleyiciyim ben.
Hem P.L. Travers’a hem de izleyiciye ‘geçmişi bırakın, hayatı yaşayın’ tadında büyük bir ders veriyor. Bize de keyifle izlemek ve yorumlamak düşüyor.
gerçek yaratıcılığın gerçek hikayelerde olduğunu gösteren süper bi film
Hikayenin içindeki hikaye bile gerçek. Bir izleyici daha ne isteyebilir ki:)
İsmini çok duymuştum ve dün gece izleyiverdim. Kesinkes hem Disney hem de P.L. Travers açısından sıcak buldum filmi. Kimsenin gizli bir gündemi yok ve fikirlerini açık olarak sergiliyorlar.
Çok güzel hazırlamışsın Nevalcim. Tebrik ediyorum 🙂
Teşekkür ederim Denizcim:) P.L. Travers ile Walt Disney’in macerasını güzel, eğlenceli ve duygusal bir şekilde beyazperdeye yansıtmışlar. İzleyiciye cesaret aşılayan hikayeler, sinema kulübünün olmazsa olmazları.
Ve hikayenin ardından dün akşam filmi de küçük topluluğumuz ile izledim.
Çeşitli tarihi kaynakların yanlış yönlendirmelerinin aksine daha Walt Disney’sel bir yaklaşıma sahip film (tabii bu filmin de Disney yapımı olduğu unutulmamalı 😀 ). P.L. Travers açısından isteksiz bir teslimiyet gördüm. Kendi kahramanlarını hatta kendi yaşantısını bırakmak istemiyor. Ama evinin elden gitme noktasına kadar inmek varsa inatı bir yana bırakmak gerekiyor bir noktada. Hatta öyle bir seviye geliyor ki Walt Disney ve yapımcılarına acıma etkisi bile yaşamadım değil P.L. Travers’ın kaprisleri sonrasında 🙂
Sonuç olarak tahmin ettiğim gibi süper bir filmdi. Sinema Kulübü’ne Neval seçtiyse bir amaçtan seçmiştir zaten bundan kuşkum yoktu ama izleyince daha iyi oluyor insan.
Aslında ufak bir şüphe oluşmuştu ama ilk yorumunu filmi izlemeden yapmış olmana cidden inanamıyorum 😀
Evet, bir Disney filmi olabilir ama tarihsel gerçekler söz konusu olduğunda çok da güvenemeyeceğimizi tekrar tekrar anladığımız kaynaklara oranla gerçeğe kıyaslanamayacak kadar ışık tutuyor bana sorarsan. Hepsini geçtim, başlı başına yazı zaten Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim edip Walt Disney’in canavarlığa varan komplo teorilerinden ne denli uzak olduğunu açıkça ifade ediyor.
Şu “yanlış yönlendirme kaynakları” neydi bu arada? Hani söylersen şansa denk geliriz falan biz de es geçelim… 🙂
Şöyle bir baktığımızda hatalı görünüyor olabilir ama gerçek hikayeler söz konusu olunca bazı araştırmalar yapmaktan hiç vazgeçemem 😀 film konusunda ters tepti bu defa kabul ama en hızlı bilgiyi almak durumundaydım.
Bir araştırmacı asla kaynağını açıklamaz. 😀
hikayelerin arkasındaki hikayeler hep daha ilginç olur.
işte bu da disney’in en çok satan hikayelerinden birinin arkasındaki hikaye.
Yooo gerçekten de Walt Disney’e haksızlık etmek olmaz. Dışarıdan bakınca 20 yıldır kadının peşini bırakmamış imajı bir nebze görülse de büyük para babası servetine servet katacak diye bir yansıma asla yok. Çocuklarına söz vermek var. Miss Travers’ın zor durumdan kurtuluşu var.
Çok beğendim yazıyı ve filmi. Nevalciğimi tebrik ediyorum oturup zevkle kendini izletecek gerçek bir hikaye. 🙂