Serinletici Sinema Kulübü: The Magic of Belle Isle

Share

İçinizdeki ilhamı mı kaybettiniz? Bunu nasıl başardınız diye hesap soracak değiliz. Zaman zaman her birimiz umutsuzluğa kapılıyoruz. Önemli olan kendimize yeni kapılar bulmak. Farklı yönlere, geçmişe, geleceğe, hayal dünyasına, bu ana açılan kapılar… Peki ama bu kapıları hangi anahtarla açacağız diyenler olabilir.

Sizlere cevabı Serinletici Sinema Kulübü’nde haftanın filmi The Magic of Belle Isle verecek.

Vazgeçmişti.
Monte Wildhorn, yıllar önce tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş, uzun bir süre önce de kelimelerini kaybetmiş bir yazardı. Yazmaya ya da geleceğe dair umutları yoktu. Etrafında başka birileri olmasına gerek yoktu; gününü geçirmek için yanında bir şişe içki olması yeterliydi. Ne kimseyi önemsemek ne de önemsenmek istiyordu. Vazgeçmişti kısacası.

‘Favori baş belası’
Monte’nin hayal gücü yaşama yenilmişti. Yazı geçirmek için geldiği bu küçük kasaba, onu daha da dibe çekiyordu. Avuntuyu ise içkide buluyordu. Tek istediği yalnız kalmaktı ama bu adada nedense bu mümkün değildi. Dahası bakmakla yükümlü olduğu bir köpek vardı. Favori baş belası ise Finn idi. Yan komşunun ortanca kızı Finn.

Ufak bir yardım iyi olurdu…
Finnegan O’Neil’ın kendine has bir tarzı vardı. Akıllı olduğu kadar yaratıcıydı da. Yalnızca bunu görebilmesi için ufak bir yardıma ihtiyacı vardı. Hikaye yazmak istiyordu fakat bu konuda hiç deneyimi yoktu. Her ne hikmetse fırsat ayağına gelmişti. Geçici yan komşuları ünlü bir yazardı, o halde Finn’e hikaye yazmayı öğretmekten başka şansı yoktu.

İlk ders: Hayal et!
Finn ve ‘yeni mentoru’ Monte, çalışmalara başlamışlardı. Finn’in ilk öğrenmesi gereken şey, olmayan şeyleri hayal edebilmesiydi. Tabii öğrenmek ve uygulamak farklı kavramlardı. Finn’e yazmayı öğretmek, Monte’nin içinde bir şeyleri harekete geçirmişti ve onda yazma isteği uyandırmıştı. Monte karısının ölümünden beri ilk defa yaşama dair içinde bir umut kıpırtısı hissetmişti. Önce hayal etti, sonra da emektar daktilosunun başına geçti.

Uzun zaman olmuştu ne de olsa…
Monte’nin hikayesi yan komşusu Bayan O’Neil’ın en küçük kızı Flora’nın doğum günü hediyesiydi. Monte ne kendisi için ne de yayınevi için dönmüştü hikaye dünyasına. O, yalnızca küçük bir kızı mutlu etmek istemişti. Böyle hisler beslemeyeli uzun zaman olmuştu; ama yan komşusu bu tatlı kadın ve sevimli kızları onun kalbindeki buzları eritmeyi başarmışlardı. Zor olmuştu fakat başarmışlardı…

‘Anahtar’
Monte, uzun zaman önce terk ettiği hayal dünyasında bulmuştu kendini. Tekerlekli sandalyesinden kalkıp ay ışığında dans etmişti. Tatlı bir piyano sesi eşliğinde, tam önünde ihtişamlı bir kapı belirmişti. Anahtara ihtiyacı yoktu; hisleri ona anahtarın kendisi olduğunu söylüyordu.

Bir neden. Yalnızca bir neden…
Yıllardır Monte Wildhorn’un ne söyleyecek sözü ne de yazacak hikayesi vardı. Hayatında hiç kimseye yer yoktu. Yalnızlıktı tek derdi. Bu aynanın görünen yüzüydü. Görünmeyen yüzü ise yaşamak için bir nedene ihtiyaç duyduğu idi. Bu nedeni de O’Neil ailesinin sıcaklığında bulmuştu. O’Neil ailesi de Monte sayesinde kendilerini muhteşem bir hayal dünyasında bulmuştu.

Böylelikle biraz sevgi ve bir tutam hayalin, insanların hayatını ne denli değiştirebileceğini gördük. Bu filmi de ilham kaynağını yitirenlere ithaf etmeye karar verdik.

İyi seyirler…

Serinletici Sinema Kulübü puanı:

Fragman:

Neval Erbak

Kocaeli Üniversitesi Radyo, TV ve Sinema bölümü mezunu olan Neval, İletişim Fakültesi radyosunda yayınlanan ‘Dört Köşe’ adlı programıyla, Aydın Doğan Vakfı 23. Genç İletişimciler Yarışması İşitsel Dal/Müzik Programı kategorisinde 1.'lik ödülü kazandı. Neval, Serinletici'de kültür-sanat, yaşam-eğlence üzerine yazılar yazıyor.

You may also like...