Bu hafta sonunu tatlı bir atıştırmalık dizi ile geçirmek ister misiniz? Cevabınız evet ise son zamanların çok konuşulan dizisi Emily in Paris ile tatlı bir randevuya davetlisiniz…
Öncelikle beklentilerinizi yükseltmeyin lütfen. Sex and The City’nin yapımcısının elinden çıkma bir dizi olabilir ama asla bir Carrie Bradshaw hikâyesi değil. Ki Carrie gibi karakterler her daim dizilerde filmlerde olsaydı o zaman efsaneleşmezdi. Hatalarıyla, saçma yanlışlarıyla, göz alıcı kıyafetleriyle ve olmayacak şeylere derin anlamlar yüklemesiyle sevdik Carrie’yi. Hatta teknolojiden hiç anlamamasını sevimli bile bulduk.
Emily’de ise durum biraz farklı. İş dolayısıyla ani bir kararla Paris’e taşınan Emily önce Fransızlar tarafından bir güzel aşağılanır, ofiste çirkin ördek yavrusu gibi dışlanır. Ama kimse onu sevmezken alt komşusu yakışıklı ve becerikli şef Gabriel bu ilginç kızdan pek hoşlanır. İlginç tesadüfler sonucu pek çok kez hayatını (kariyerini) kurtarır.
Fransızca bilmeden Paris’te yaşayan Emily (!), tesadüf eseri Paris’teki en iyi insanlarla tanışır. Ve bu insanlar Emily’nin sevimli cazibesine kapılmadan edemezler. Önce sabahları kruvasan aldığı fırıncı kadının kanı ısınır Emily’e sonra da ofisindeki çalışma arkadaşlarının. Tabii çalışma arkadaşlarına patronu Sylvie bir türlü dâhil olamamıştır. Dahası dâhil olmak gibi bir isteğin milyonda birini bile barındırmaz. Emily’den nefret etmek için adeta yemin etmiş olan Sylvie pek çok kez bu sevimli Amerikalı kıza hayatı zindan eder.
Ama Emily her seferinde olumsuzluğu olumlu bir işe çevirmeyi başarır.
Belki de bu konuda Emily’den ders almalıyız. Kötü davranışlara kibarlıkla yanıt vermeyi ve başarıyla insanlara haddini bildirmeyi mottomuz haline getirmeliyiz.
Sosyal medyanın etkileyici yönünü de ele alan Emily in Paris, influencer dünyası ile de bir güzel dalgasını geçiyor. Fakat kendi tarzını belirlersen, başkalarından kopya çekmezsen dikkat çekeceğinin de altını bir güzel çiziyor.
Sex and the City olmaya özenen ama olamayan Emily in Paris, kendi içinde tatlı bir eğlence. Derin anlamlar yüklemeden, film festivaline de gitmeyeceğinden fazlasıyla eleştirmeye gerek yok.
Kısacası merakınızı uyandırdıysa, fragmanı bile sizi gülümsettiyse izleyin ve eğlenin…