Tutunamayanlar – Oğuz Atay

Share

Selim Işık’a göre hayat neydi? Bu soruya yanıt olarak verebileceğim tek kelime “oyun” olurdu. O kendi hayalinde yarattığı oyunlarıyla yaşayan oyunlarına tutunmaya çalışan biriydi. Gününün bile oyununun akışına göre şekilleneceğine inanan biri…

Asıl sorunun kaynağına inelim. Kendi oyunlarıyla yaşarken neden kendini öldürmek istedi?

Engebeli dik yokuşların çıkıldığı insanların bir şekilde Tutunmaya çalıştığı bu hayata bir Selim Işık dünyaya gelmiştir. Yalnızlıktan hoşlanmayan, yalnız kalmayı sevmeyen Selim Işık; yalnızlığın yollarında yürüdüğünde korkunun ona eşlik ettiğini anladığında her şey için çok geçti.

Selim Işık, oyunlarının hayatın içinde kaybolduğu fark ettiğinde insanların onu anlamadığını sezdiğinde kendisinin yapabileceğini düşündüğü şeyi yaparak tutunmak için çabaladığı ama yapmadığı bu dünyaya kendi istediği ile veda eder.

Bu vedayı Turgut Özben, gazete sayfasında yayımlanan bir haberle öğrenmesiyle romanımızın akışı başlamış olur.

Selim’in herkese göre görünen yüzünü Turgut şöyle açıklıyor:

“Herkesin belirli bir işle uğraştığı bu kocaman dünyada yalnız başına oradan oraya sürüklendin canım kardeşim benim.”

Peki Selim gerçekte böyle biri miydi?

Turgut Özben, evli iki çocuklu bir mühendistir. Burjuva sınıfının övünülen yüzlerinden biri , her istediğini elde eden hani tuttuğunu koparan insanlar vardır, işte Turgut onlardan biridir. Ve Turgut Özben Selim Işık’ın arkadaşıdır. Bu ölüme inanmak istemez. Selim ölmüş olamaz. Onun neden intihar ettiğini anlamak için onun dostlarını araştırmaya başlar. Romanın ana konusu işte bu ancak romanın derinliği için bu cümle yetersiz kalır.

Bana göre bu romanın bir zamanı var. Bu zamanın geldiğini hissettiğinizde başlamanızı önerdiğim ve bitirmek için kendinizi yormamanızı tavsiye edeceğim bir kitap. Çünkü her sayfanın içinde engin derinlik var ve hızlı okumak için sayfalardaki derinliği kaçırmanızı istemem.

Roman bilinç akışı tekniği ile yazılmıştır. Bu yüzden iç düşüncelerin, geçmiş ve şimdiki zamanın izlerini hissedeceksiniz. Benim hissettiğim en önemli konu ise karakterlerin kendilerini sorgulaması oldu. Yazarın bunu yapmasının nedeninin okuyucularının da kendilerini sorgulamalarını istemesi olduğunu düşünüyorum.

Belki de kendi hayatını sorgulamak istedi yazar. Çünkü ondan izler hissettim karakterlerinde. Özellikle de Selim ve Turgut karakterlerinde bu izler yüzüme çarptı. Çarparak yüreğime ulaştı. Bu izlerle okumaya devam ettim. Sorgulayarak ve düşünerek izlerin peşinden gittim.

Bir kişiyi olduğu gibi kabul ettiniz mi? Bir kişiyi dinleyip onu anlamaya çalıştığınız mı? Belki de yanıtı bilinen ama uygulamada hatalar yapıldığını gördüğüm bu soruları kendimize sormak gerekiyor.

Selimciğim hayatımda bir iz olarak kalacaksın. Tıpkı Turgut’un hayatında yarattığın iz gibi…

“Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok.”

”Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim” dedi: Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek: “Seni tanıdığıma çok sevindim kendi çapımda…””

”Sen gene dikkat et; her “şey”i ayrıntılı anlatma o kadar. Bütün “şey” ayrıntılarda değil midir zaten? Ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? Başkalarına anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde. Başkalarından sakladıklarınla gelişir. Fakat her zaman güvenebilirsin ona. Yalnız kaldığın, yalnız ve çaresiz bırakıldığın zaman (karşındaki her şeyini alıp kaçmışsa) hemen yardımına gelir: biraz daha dayan, merak etme ben yanındayım, der. Üzülme, der; her şeyini kaybetmedin: ben varım. Belli etme zayıflığını; bunu da atlatırız.”

”Benim için anlatmak, açıklamak, ancak kelimelerin anlamını değiştirmekle mümkün olacak galiba. Ben o yıllarda kelimelerin anlamlarını doğru dürüst bilmiyordum bile. Zaten hiç bir zaman kelimelerin anlamını doğru dürüst bilemedim. Her zaman kelimelerin, cümlelerin, insan üstüne bir mızrak gibi saldıran düşüncelerin bunaltıcı baskını duydum. En iyisi kendinle konuşacaksın, kendine yorumlayacaksın okuduklarını.”

“İlk yalanı söyledikten sonra bir daha konuşmamalı insan.”

”Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir “kitapları koruma derneği” kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli…”

“Bir insanı, diğerinden ayıran hususiyet nedir? Dış şartlar mı? Olamaz. Nedir o halde? Kazanç ve kayıp hakkındaki telakkisidir.

“..yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir ”

‘” Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım”, dedi. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur. ‘

“Bir silgi gibi tükendim ben.Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa.Ben kurşun kalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım.”

“Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım, derdi; resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım”

Fulden Ufacık

İstanbul Üniversitesi’nde işletme eğitimi gören Fulden, okuduğu kitaplar ile kitap sevgisi aşılamayı amaçlıyor. Onun istediği hayatınızdaki dertlerden beş dakika bile olsa uzaklaşıp başka dünyalara yelken açmanızı sağlamak.

You may also like...