En yakın erkek arkadaşlarımdan birinin uyarısıyla kendime geldim: “Sosyal medya hesaplarında sürekli şiir paylaşıp durma. İnsanlar senin sıkıcı bir romantik olduğunu düşünecek!” Bu soru, başıma düşen ağır bir gül yaprağı gibiydi. Şaka şaka. Düpedüz saksı. Şiir okumaya, romantik filmler izlemeye, aşk hikayeleri duymaya, duygu yüklü şarkılar dinlemeye bayıldığım doğruydu.
Ama tüm bunlar beni illa hülyalı hülyalı uzaklara dalıp giden şaşkın bir romantik mi yapıyordu yani? Genç bir kadının duygusal olmaya hakkı yok muydu? Ve hepsinden önemlisi, romantik olmak ne zamandan beri suç sayılıyordu?
Akıl mı? Yürek mi?
Biraz dilbilgisi, biraz tarih…. Sözlüklerde bir sıfat olarak geçen romantik kelimesi (Fransızları anmadan olmaz; romantique) “davranışlarında duygu ve coşkunun aşırı ölçüde etkisi bulunan” diye tanımlanıyor. Sanat ve felsefeyi etkileyen bir akım olarak romantizm ise 1800 ve 1850 yılları arasında Avrupa’da ortaya çıkıyor ve akılcılığın yerine duygu, coşku ve hayali koyarak “deha akılda değil yürektedir” diyor. “En karanlık gece bile sona erer ve güneş tekrar doğar” diyen Victor Hugo, “İnsanları, kendilerine rağmen sevebilirdim” sözünün sahibi Jean-Jacques Rousseau, “İnsan mutlu olunca zaman nasıl çabuk geçiyor” diyen Recaizade Mahmut Ekrem… İşte bunlar hep romantizm!
Gittikçe büyüyen bir grup: Aromantikler
Şimdilerde bu romantik hislerin yerinde yeller esmeye başladığını görmek için çok uzaklara gitmeye gerek yok. Biraz etrafımıza baksak yeter. Yine de, geçtiğimiz günlerde İngiltere’deki The Guardian gazetesinde yayımlanan bir yazı, 2017 yılında romantizme bakışı özetlemek için iyi bir kaynak. Kendilerini ‘aromantikler’ olarak tanımlayan bir grup genç insan, aromantik olmanın duygusuz olmak anlamına gelmediğini söylüyor. Hatta Tumblr’da, Happily Aromantic başlığıyla buna adanmış bir sayfa ve Facebook’ta tartışma grupları bile var.
26 yaşındaki Brii Noelle; “soğuk olduğumu düşünmeyin, sadece kimseye karşı romantik hisler beslemiyor ve romantik bir ilişki yaşamak istemiyorum o kadar. Oysa hâlâ gerçek aşk ve evlilik hakkında filmler izlerken ağlıyorum” diyor örneğin 26 yaşındaki Brii Noelle. Kendisini aromantik olarak tanımlayan 19 yaşındaki felsefe öğrencisi Juliette Arnold da onunla aynı fikirde. “İnsanlar benim doğru kişiyle tanışmadığım için aromantik olduğumu söylüyor. Bu elbette doğru değil. Doğru kişiyi buldum; kendim!”
Romantik bir başkaldırı
Kendini bir gruba ait hissetsin, hissetmesin, romantizmden uzaklaşanların neden bu kavrama mesafeli durduğunu iyi düşünmek gerek sanırım. Sebep sahiden etraftaki seçeneklerin çokluğu, arka arkaya yaşanan hayalkırıklıkları ve internet çağında aşkın da bir hızlı tüketim ürünü haline gelmiş olması olabilir mi? Belki de suç, romantizmi yalnızca mum ışığı, pembelik ve Shakespeare soneleriyle özdeşleştirenlerdedir. Oysa insana kendini mutlu hissettiren yumuşak ve tatlı bir hayal bile romantizm sayılabilir. Ben, her şeye rağmen umudumu kaybetmiyorum. Herkesin kalbi taş kesmedi ya!
İflah Olmaz Bir Romantik Misin?
– Notebook filmini üç kereden fazla izleyip her defasında ağladıysan. Dahası, bazen YouTube’daki yavru köpek videoları bile gözlerini doldurmaya yetiyorsa
– İlk görüşte aşka inanıyorsan
– Gizli bir hayrandan çiçek ya da mektup alma fikri seni fazlasıyla heyecanlandırıyorsa
– Evli, mutlu, çocuklu ünlülerin Instagram galerilerinde dolaşmak en büyük hobilerinden biriyse
– “Bu kadar duygusal olma” sözünü sık sık duyuyorsan
– Sevgililer Günü geldiği için her yerde kalpler ve çiçekler görme fikri seni korkutmuyorsa
– Gerçekçi olmaktan hoşlanmıyorsan
– Gün içinde kendini sık sık hayal kurarken yakalıyorsan
EVET!
Not: Bu yazıyı yazarken yanıma gelen erkek arkadaşım yazımın ne hakkında olduğunu sordu ve başlığı duyunca “evet, kesinliklikle son romantik sensin!” dedi.
Vogue